YASAK OLAN TATLI MIDIR?

Fatma BAŞALP AKÇAY


Gazeteci işini yapmak gayretiyle Galata Köprüsü’nde balık tutanlardan birinin yanına yaklaşıyor:

-Beyefendi pandemi var, balık tutmak zorunda mısınız?
-Zorunda değilim, benimki sadece keyfi.

Bastım kahkahayı.. E be güzel kardeşim.. E be güzel insan.. Keyfi ise neden çıkarsın evinden dışarı...
Neden kalabalıkların oluşmasına, vakaların artmasına, sosyal mesafenin kaybolmasına sebep olursun?
İlla bir polis memuru seni bulsun, ceza kessin mi istersin?

Geçiyoruz bodrum katlarına ya da apartman dairelerine.. Artık gazino ortamı mı ararsınız, kahve ortama mı ararsınız... Hepsi renk renk, çeşit çeşit var ülkemde...

Hiç unutmuyorum; yine röportajların birinde gece kulübü işleten bir amcaya soruyorlar...
"Yasak değil mi neden açtın mekanı" diye... Amcam diyor ki; bu kadar insan ekmek parasını nerden kazansın? Yazık değil mi?
Aslında kendi menfaatini geçmiş ve aynı bir ermiş kafası ile diğerlerinin iyiliğinin peşinde ama zamanlama hatası be amca...

Koca dünya seferber olmuş çuvallar dolusu problemle savaşırken bizler hala anlayamadığımız yasaklarla kavga halindeyiz. Kabul edip sindirmeye de vakit kalmadan vaka artışları korkutucu hale geldi.

Sağlık çalışanlarının gözü artık para-pul-geçim telaşını görmüyor. Adeta gönüllü birer asker gibi çalışıyorlar. Ailelerini göremiyor, çocuklarını öpemiyorlar. Yıllarca beraber yürüdükleri ekip arkadaşlarını bir bir kaybediyorlar.
Ve bizler hala yasakları anlamamak için direniyoruz. Empati yapamıyoruz. Ancak başımıza geldiğinde yani canımız yandığında saldırıyoruz hastanelere ve o zaman ampulümüz yanıyor. Şanslı isek bir şans veriyor hayat ya da elveda diyoruz dünyaya...

Ampulümüz yanmaz ise devlet baba caydırıcı para cezaları kesiyor tam hızla. Cezalar tatlı geliyor anlaşılan..

Kesilen para cezalarına itirazlar başlamış umarım cezaların iptali gerçekleşmez. Cezaların ertelenmesi, iptal edilmesi de ayrı bir yaradır, sorumluluğunu bilen vatandaş için.
..........................

Acaba derinlerde bir yerlerde değersiz bir canımız mı var? Nerden geliyor bu rehavet kültürü?

Onca yasağın içinde yine kalabalıklara karışmanın, AVM önlerinde Black Friday kuyrukları oluşturmanın yani eski alışkanlıkları illa yapalım diye tepinmenin altında yatan gerçeklerimiz var bizlerin.

Herkesin üzerinde Demokles’in Kılıcı gibi sallanan yasaklar varken sosyal uyum süreci ile ortama adapte olmalıyız, normal koşullar altında. Sosyal baskı tüm araçları ile ortada.. Yaptırımlar son gaz... Devlet polisi, jandarması ve bekçileri ile sokaklarda.
......................

Madalyonun diğer yüzü ise birey olarak benlik farkındalıklarımız. Benlik farkındalığı; özel ve kamusal olarak ikiye ayrılır. Türkiye gibi geleneksel yani sanayileşme sürecini tamamlayamamış toplumların insanları, davranışlarını toplumsal kurallara (norm) göre ayarlar. Kişi toplum içinde yaşarken konformitesinin gösterdiği kurallara bağlı kalır.

Kişi, konformite alanı içinde yaşamını sürdüğü için kural ve yasaklara uymak istemez çünkü bu kuralları kendi özel benlik süzgecinden geçirmemiş ve sorgulamamıştır... Bu sebeple her şey havadadır.

Böyle bir insan; yere çöp atarken, ormana izmarit atarken, kırmızı ışıkta geçerken, kadına ve çocuklara el kaldırırken, hırsızlık yaparken veya başkasının malına göz dikerken, rüşvet alırken, maske takmazken kendi konformitesine göre hareket eder. Bu saydığım ve daha çoğaltılabilir konularda hiçbir sorumluluk hissetmez. Çünkü çevresi de böyledir...

Bu yüzden bizler toplumu oluşturan bireyler olarak direk cezalardan veya keskin yaptırımlardan hoşlanıyoruz.
Hatırlayanlar olacaktır; okul sıralarındayken tahtaya konuşanlar yazılırdı. Sonra öğretmen gelir ve bakardı o listeye.. Ceza verirdi.. Artık Allah ne verdiyse..

Evet konuşmak, tartışmak güzel ama nerde ne zaman ne yapılması gerektiğini bilmek daha önemlidir. Bu dışarıdan gelen cezalar ile değil de eğitim ile içerden bireylere öğretilmelidir.

Bilgi bu yüzden önemlidir. Eğitilirken bilginin gücüne sahip olan birey, sorumluluklarının farkına varır ve itaat mekanizması ile yönetilmesi gerekmez.

Son olarak;

Yaşamak, kendi kendini adam etmektir. Zeka ve bilgiyi kullanarak etinden kemiğinden kendi heykelini yapmaktır.”
Johann Wolfgang von Goethe