2020'DEN NE ÖĞRENDİK?
Yılın sonundayız. Şimdi muhasebe zamanı.
Koronavirüs görüleli tam bir yıl oldu. Meğer 2020 yılına Koronavirüs’le girmişiz. O tarihte henüz bilmiyorduk.
2020’de dünya, bir distopya filminin en geniş setine dönüştü. Sinemacıların hayal ürünlerini yansıttıkları perde üç boyutlu hale geldi, kendimizi içinde bulduk. Normallerimizden uzaklaştık. Anormal bulduklarımız normal kabul edilmeyi dayattı.
Yüzümüzde maskelerle birbirimizi tanıyamaz olduk. Nereye gitsek korku eşlik etti, evlerimize kapandık.
Bildiklerimizi yeni baştan gözden geçirdik. Doğrularımızı, yanlışlarımızı silkeledik. “Nerede yanlış yaptık?” sorusunu daha çok sorduk. Önceliklerimizi yeniden sıraladık. Üst üste koyduklarımızın en altındakileri defalarca yokladık.
2020’de karşılığında yüksek bedeller ödesek de çok şey öğrendik.
Dünya pek büyük değilmiş. Çin’de ortaya çıkan miniminnacık bir virüs, Donald Trump iki espri yapıncaya kadar, o kadar yolu kat edip ABD’ye ulaşabildi. Üstelik geçtiği her yeri etkileyerek.
Güç üzerinden sınıflandırılacak bir yer değilmiş dünya. Onu öğrendik. Elektron mikroskopları ile ancak görülebilen virüs tüm dünyayı teslim alabildi. Dediğini yaptırabildi. Başa döndürdü bizi. Gücü, güçsüzlüğü yeniden tarif etmeye mecbur bıraktı.
Dünya pek değişmez bir yer de değilmiş. Hızla alabora olabiliyormuş. En muhkem yapılar tepetaklak hale gelebiliyormuş. 2020 yılına girerken çektiğimiz dünya fotoğrafı ile 2020’yi uğurlarken çekeceğimiz fotoğrafı karşılaştıralım. Birbirlerine benzediklerini kim iddia edebilir?
Meğer dünya pek güvenilir bir yer de değilmiş. Yüksek güvenlikli sitelerde, şifrelerle, parmak izleriyle açılan, koruma görevlilerinin 24 saat nöbet tuttuğu kapıların ardında pek güvende değilmişiz. Çok katlı rezidanslarda saklanamıyormuşuz. Hızlı arabalarımıza binip kaçamıyor, kaçsak da sığınacak bir yer bulamıyormuşuz. Öğrendik.
Biriktirdiklerimiz, bir kenarda sakladıklarımız işe yaramayabiliyormuş. Hatta çok anlamsız kalabiliyormuş. “Parası neyse veririz” diyemiyormuşuz.
Görünmez ilmeklerle birbirimize tutturulmuş halde, bir arada yaşıyormuşuz. Bir insanın sorumluluk dairesinin çapı neredeyse ekvator kadarmış. Bir insanın ne yediği, ne içtiği bütün dünyayı ilgilendirebiliyormuş. Bir kişinin yanlışı herkesi telaşlandırabiliyormuş.
Devletler sadece savaşırken değil, barış zamanlarında da de fena halde sinsi, vicdansız, insafsız olabiliyorlarmış. Komik yalanlar söyleyebiliyorlarmış. O yalanlara inanmamızı bekleyebiliyorlarmış. Öyleymiş.
Yekpare bir bütünmüş dünya. Sınırlar, gümrük kapıları bizleri yanıltıyormuş. Siyasi dünya haritasının çizgileri hep kağıt üstündeymiş. Duvarımızda bir ülkeler haritası varsa, yanına bir de coğrafi olanını asmamız gerekiyormuş. Hatta daha çok ona baksak daha iyi olabilirmiş. Öğrendik.
Yalnızlık, yaşarken de, hasta olup iyileşmeye çabalarken de, ölümde de ne kadar ıstıraplı bir hal imiş meğer. Her şey insanla, insan sayesinde güzelmiş. İnsanlarla bir aradayken hayata veda etmenin bile kendine mahsus bir iç neşesi varmış da göremiyormuşuz.
Bir arada yaşamak, birbirimize tutunuyor olmak, hiçbir şeyle değiştirilmeyecek, yeri doldurulamayacak kadar değerliymiş.
“Bir musibet, bin nasihatten yeğdir” sözünü tecrübe edip doğruladık 2020 yılında.
Tüketimdeki aşırılığımızın yağmalamaya dönüştüğünü öğrendik. Şimdi tüketme özgürlüğünü yeniden düşünmek gibi bir ödevimiz var.
Sokağa çıkamadan, sevdiklerimize sarılamadan günler, aylar geçirerek sabretmeyi öğrendik.
“Benim maskem seni korur, senin masken beni korur” prensibi ile birbirimizin nefesinden sorumlu olduğumuzu öğrendik.
Basit yaşamanın kıymetini hatırladık. En yalın olanların bile çok pahalı olabileceğini öğrendik. Bir nefes, biraz uyku paha biçilmezmiş. Bunu öğrendik.
Dünyanın efendisi olmadığımızı, yeryüzünde gururla, kibirle yürümememiz gerektiğini öğrendik.
Şimdi marifet, öğrendiklerimizi unutmamak.
Herkese sağlıklı ve mutlu yıllar…