ABDÜLLATİF ŞENER'İN ELİ
Siyasi hayatına berbat bir final yapan Abdüllatif Şener’in, politik yürüyüşünün ana duraklarını hatırlayalım.
1991 yılında Refah Partisi’nden Sivas milletvekili olarak parlamentoya girdi.
2002’de AK Parti’nin kurucuları arasında yer aldı ve Sivas Milletvekili seçildi. Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak görev yaptı.
2007 yılındaki seçimde aday olmadı, istifa edip ‘Türkiye Partisi’ni kurdu.
Umduğunu bulamayınca 2012’de partisini kapattı. Vatan Partisi’ne yakınlaştığı görüldü.
Doğu Perinçek'le birlikte Şam'a gitti. Sonrasında CHP serüveni başladı. 2018 seçimlerinde CHP'den Konya Milletvekili oldu. 2023 yılı başında, Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığını coşkuyla karşılayanlar arasındaydı. Meydanlara çıkıp oy istedi. 14 Mayıs seçimlerinde milletvekili adayı gösterilmedi. 14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimlerindeki ayıplı oy tercihlerini, sonradan kendisi anlatınca öğrendik.
Meğer
Meğer CHP milletvekilliği devam ederken partisine oy vermemiş, Cumhurbaşkanı adayı olarak da Sinan Oğan’ı tercih etmiş. İstifa etmek için Millet İttifakı’nın Meclis çoğunluğunu alamamasını, Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ın gerisinde kalmasını beklemiş. İstifa ettiğini kamuoyuna duyurmadan, yani herkes onu CHP’li zannederken Kılıçdaroğlu’nu eleştirmişti. Seçilirse vaatlerini yerine getiremeyeceğini bile söylemişti. Seçimin ikinci turunda ‘geçersiz oy’ attığını iddia etse de, sandık tutanağı bunu doğrulamıyor. Rivayet muhtelif.
Abdüllatif beyin siyasi hayatının son düzlüğünde yaptıklarını ayrı, yaptıklarını sıkılmadan anlatmasını ayrı analiz edebiliriz. Bir başka ayrımı daha yapabiliriz. Şener’e ayrı, Şener’in eline ayrı bakabiliriz. Şener’in ayıbını Şener’e, elinin ihanetini ya da söz dinlemezliğini eline yazabiliriz.
Oy verme kabini
Hep söylenir: Oy verme kabinin atmosferi ayrıdır. Oraya kadar akıl daha çok devrededir ve belirleyicidir. Orada akıl, duygu ve hafıza birbirine karışır. Saniyeler içinde öne çıkmalar, görünüp kaybolmalar, hızlı sinyal almalar başlar.
Belki Peter Handke’nin romanına, yani ‘kalecinin penaltı anındaki endişesi’ne benzetebiliriz. O romanın tanıtımı “kalecinin penaltı anında duyduğu endişenin, bütün bir hayata yayılmasından duyulan tedirginlik” olarak yapılıyordu. Aynı ifadeyi tersine çevirerek Abdüllatif beyin oy verme davranışını anlatmayı deneyebiliriz: “Hayatına yayılan tedirginliğin oy verme kabinine yansıması”.
Demek istediğim şu: sağ seçmen için ‘CHP’ye eli gitmemek’ diye adlandırdığımız bir psikolojik aralık vardır. Bir kasılma hâli, beynin ele hükmedememe durumu. Beyinle el arasındaki bağ koptuktan sonra, elin kendi hafızasının kodlarına göre bildiğini, alışkın olduğunu yapması.
Kabinde tek başına
Şener için tasvir edelim: Oy verme kabinine girdiğinde artık yalnızdır. Orada olsa olsa eski Abdüllatif’in, yıllar içinde inşa ettiği, daha yerleşik olan kimliği ile muhafazakar Abdüllatif’in hayali vardır. Gözlerini sonuna kadar açarak ona bakmakta, atmosferi iyice ağırlaştırmaktadır.
İşte bu ortamda, bu dar aralıkta, siyasi kişiliğinin şekillendiği 1991-2007 arasındaki 16 yıl, dalgalanmalar içinde geçen 2007-2023 arasındaki 16 yıla galip gelmiş olabilir mi?
Yanlış anlaşılmasın: Şener’i temize çıkarmaya, masumlaştırmaya çalışmıyorum.
Sağ seçmenin elinin CHP’ye gitmemesi ile Abdüllatif beyin elinin gitmemesi arasında elbette temel bir fark var. Sağ seçmen hesapsız, Şener ise kariyer hesabıyla kendisini boşluğa düşürüyor. Sağ seçmenin çok gerekçesi olsa da, Şener’in diyeceği hiçbir şey yok. Şener’in sözü ile tavrı arasındaki uyumsuzluk, ağır bir soruna işaret ederken, sağ seçmenin tavrı tam tersi.
Ben sadece ‘bardağı taşıran son damla’ olarak, muhafazakar seçmenin elinin CHP’ye gitmemesi teorisini hatırlatmak istiyorum. “Neden olmasın!” diyorum.
Ayrıca Altılı Masa’nın bütün muhafazakar genel başkanlarının aynı psikoloji ile malûl olduklarını tahmin edebiliriz. Babacan’ı geçelim. “Hayatım CeHaPe zihniyeti ile mücadeleyle geçti” diyen Davutoğlu’nun, oy verme kabininde geçen saniyeler içindeki macerası, çok daha kaotik olmamış mıdır? Ya da Karamollaoğlu’nun?… Akılları mı belirleyici olmuştur? Yoksa, elleri özgürlüklerini ilan etmişler midir?
Bir canlı yayın kazası(!) olarak ya da bir kızgınlık, bir daralma anında, onlardan da itiraflar gelir mi acaba?