AND OLSUN
Aşıldı zannettiklerimizi aşamadığımızı, fasit daireden bir türlü çıkamadığımızı talihsiz geri dönüşlerle öğreniyoruz.
Fasit yani fesat çıkaran, arabozucu bir çemberin yıpratıcı devir daimi içindeyiz. İlerlediğimizi düşünürken başa dönüyoruz. Hatta başlangıçtan da geriye düşüyoruz.
Aldığımız yolda edindiklerimiz, geri dönüşleri daha da karmaşık hale getiriyor. Karmaşa katmerleniyor, kaos oluyor.
“Türküm, doğruyum, çalışkanım…” olarak bildiğimiz andın, 1933’den bugüne 98 yıllık yolculuğu, ibretlik bir Türkiye tarihi. Bu tarihi ve onu kurcaladığımızda ortaya dökülenleri hatırlamak hiç de hoş değil. ‘Budun’la başlayıp ‘millet’le devam etmesi, ‘ne mutlu Türküm diyene’ ilavesi, ‘ulu Atatürk’ün eklenmesi, sonra ‘ulu’nun kaldırılıp yerine ‘büyük’ konulması… hepsi ayrı başlıklar.
Üstelik konunun ayrı yönlere giden o kadar çok dalı budağı var ki; hangisinin kapağını kaldırsak altında kalıyoruz.
Diyelim ki; esas tartışmamız andın içeriği. Ne söylüyoruz? Neyi kast ediyoruz? Söylemek istemeyenlerin ne gerekçeleri var? Geri adım atmayanlar ne murat ediyorlar? Orasını çıkarsak, burasına ekleme yapsak..! Bitirebilir miyiz bu tartışmayı?
Bunları konuşurken andın okunma şekli masaya geliyor. Ve detay gibi görünse de, azıcık araladığımızda ne yaman bir sayfa açtığımızın farkına varıyoruz.
30’ların dünyası, milli kimlik inşası, ulus devlet, davranışçı model, faşizm, komünizm, askeri rejim atışmaları ince boşluklardan sızarak gündeme dahil oluyor. İlerler mi bu tartışma?
Buraya kadar sesimizi yükseltmeden konuşabildiğimizi varsayalım.
Biri çıkıp Reşit Galip’in kim olduğunu sorduğunda, ortam yine toz duman oluyor.
Kafatasçı bir faşist mi? Yoksa bir vatansever mi?
Türk tanımı nedir?
Tıp doktoru olduğu halde, İstiklal mahkemelerinin hakim heyetine katılıp, o koca koca kahramanları, Kazım Karabekir’i, Ali Fuat Cebesoy’u, Refet Bele’yi karşısına alıp, aşağılamaya çalışarak yargılama girişimi neyin nesidir?
Ya Şeyh Sait’in idam kararındaki payı?
Reşit Galip’in yaşadığı yıllarda olsaydık, bir ihtimal işin içinden çıkabilirdik. En azından kim olduğu, nerede durduğu bugünkü kadar gerilim üretmeyebilirdi. Bilenler bilir, sevenler severdi. Ancak tarihe, tarihselleştirmeden bakınca öyle olmadığı gayet açık. 2021’de sınırlarını çizebilir miyiz bu tartışmanın?
Ve andımızda yapılan değişiklikler, yıllar içindeki tavır alışlar, eski tartışmaların tortuları, iddialar, cevaplar, ilkesizlikler, tutarsızlıklar, kurnazlıklar…
12 Mart ve 12 Eylül cuntalarının izleri… Diyarbakır cezaevinde yaşananların andımızla ilgili olanları… Anda yan baktığı için hakkında dava açılan rahmetli Necmettin Erbakan’ın aldığı 1 yıl hapis cezası ve tabii ki 28 şubat…
Nerden başlamıştık, nerelere geldik?
Ve son düzlükte yaşananlar…
2013 yılında ‘demokratikleşme paketi’nden çıkan bir kararla, andın okullarda her sabah okutulmasından vazgeçildi. Eğitim Sen konuyu Danıştay’a götürdü.
2018’de Danıştay, Eğitim Sen’in başvurusunu haklı buldu ve MEB kararını kaldırdı. Ancak uygulamaya geri dönülmedi. MEB Danıştay’ın andın kaldırılmasını durduran kararına itiraz etti. Son olarak Danıştay 8. Dairesi’nin andın okutulması yönündeki kararı, Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) temyiz etmesinin ardından, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından iptal edildi.
CHP Lideri Kılıçdaroğlu, “Sayın Erdoğan, andımızın hangi cümlesinden rahatsız, çıksın açıklasın!” dedi.
Bahçeli bu karara çok kızdı. Verdi veriştirdi.
Akşener parti grup toplantısında, tıpkı okullardaki gibi, kürsüye bir öğrenciyi çıkartarak andı okuttu.
Andı cumhuriyetin kurucu metni kabul edenler tartışmaya üst perdeden katıldılar.
Böylece semboller, algılar, metaforlar kullanılarak memleket sathına, ant üzerinden yüksek gerilim hattı kurulmuş oldu.
17 Mart Çarşamba, biz andı konuşurken televizyonda ‘son dakika’ altyazıları geçmeye başladı. Altyazının puntoları giderek büyüdü.
Muhabirlerin heyecanlı anonsları başladı. Mecliste hareketli saatler, öbeklenmeler, itişmeler, sloganlar…
Öğrendik ki; Gergerlioğlu’nun vekilliği düşürülmüş.
“Ortam yatışsın da ne olup bittiğini sakin sakin öğrenelim” derken ‘son dakika’ uyarıları yeniden başladı. El insaf, bir günde bu kadar çok ‘son dakika’ bünyeye zarar değil mi?
Alt yazıların rengi daha da kızardı.
Öğrendik ki; HDP için kapatma davası açılmış.
Ant henüz ‘ortaya karışık’ bir yumak olarak orada dururken, daha iri tartışma başlıkları birbirine eklendi ve hararet tavan yaptı.
Çocukların andını konuşmaya çalışan bizler, bu ülkenin yetişkinleri, her sabah aynı andı içerek güne başlıyoruz sanki:
“Türküm, doğruyum, çalışkanım / bitmeyen tartışmalara alışkınım”