AŞIDA SOĞUK SAVAŞ
Aşı üretim süreçleri, maraton yarışlarına benzedi. Meğer bir aşının ortaya çıkarılması çok uzun zaman alıyormuş! Hızlandırılmış süreçler bile bize uzun geldi. Malum izafiyet teorisi… Modern tıp teknolojisinin de bu konuda zamanı fazlaca kısaltamadığını öğrenmiş olduk.
Bir başka açıdan da aşı yarışı maratona benzetilebilir. Olimpiyatlarda maraton yarışlarının son etabı stadyumda koşulur. Geniş bir güzergahta yapılan maratonda koşucular, finale yakın stada girerler ve yarışı seyircilerin önünde tamamlarlar. Yılın son günlerinde biz de aşı yarışının son metrelerini izliyoruz.
Koronavirüsün zirve yaptığı çaresizlik günlerinde, ‘büyük insanlık ailesi’ adına konuşuluyordu. Virüs bir tarafta durmuş, bütün dünyayı karşısına almış, bir hizaya dizmişti. İnsanlığı acımasızca ve hızla eğitiyordu. Aşıya ulaşılacak ve en çok ihtiyacı olanlardan başlanarak uygulanacaktı. Bilimin ve teknolojinin insanlığın ortak mirası olduğuna inanmaya başlamıştık. Gelinen aşamada biriktirilenlerin insanlığın selameti için kullanılacağını zannediyorduk.
Sanki öyleydi. Sanki insanlığa bahar gelmişti. Senin aşın, benim aşım denilmeyecek, ayrı gayrı olmayacaktı. Ancak öyle olmadığı kısa sürede anlaşıldı. İnsanlık bu duygu aralığından hızla geçti ve eski normallerine geri döndü. Aşı üretimi bir aşamaya gelince, dünya hizayı bozdu ve birbirine cephe almaya başladı.
Sağlık terimleri ile konuşurken hızla ekonominin kavramlarını kullanmaya başladık. İlk öğrendiğimiz Koronavirüsün saldırısı altında dahi dünyanın dayanışmayı öğrenemediği gerçeği oldu. Milyarlarca dolarlık pazar, centilmenlik makyajını bozmaya yetmiş, aşı uluslararası rekabet alanına çekilmişti.
Avrupa, ABD, Çin ve Rusya… Şimdi hepsi ayrı kamptalar ve soğuk savaş yıllarındaki gibi bir kapışmanın içindeler. Artık aşı üzerinden savaşıyor dünya. Açıktan açığa ya da alttan alta.
Rekabet, ölçek ekonomisi, rakipler, tanıtım stratejileri, diğer alanlardan sağlanacak lojistik destek, rakiplerin zayıf yanları, ittifaklarındaki güçsüz halkalar… Reklam, örtülü reklam, konvansiyonel araçlar, daha yeni olanları… Her biri tek tek devreye sokuluyor ve çatışma kızışıyor.
Her ülke, kollarını aşı için sıvamış, maskesinin üzerinden umutla bakan insanlarının fotoğraflarını dünyaya servis ediyor. Sadece kendi kampında aşı varmış, dünyanın kalanında aşıdan eser yokmuş gibi haberler yaptırıyor.
Kendi kampındaki aşıların reklamıyla girdiği yolda, karşı tarafın aşılarını karalamak için en ince taktikleri devreye sokuyor. Demeçlere ince ayarlar veriliyor. Diplomatlar, sporcular, sanatçılar ülkeleri adına görev almış durumdalar.
Liderler kendi doğruları ile hareket ediyorlar. Seçim derdindeki Donald Trump, baştan bu yana olduğu gibi, kendi insanlarının da, dünyanın sağlığını da umursamamaya devam ediyor. Brezilya’da Jair Bolsanaro popülizm ve sorumsuzluk kulvarında hep açık ara öndeydi. Hâlâ önde yürüyor. İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ı da tehlikeli iniş çıkışlar yaparken görüyoruz.
Ülkesine yetecek aşının iki katını sipariş edenler, ekonomik güçleri ile bunu garantiye alanlar, ön ödemelerini yapanlar var. Kanada kendi ihtiyacının beş katını stoklamış durumda.
Koronavirüsle mücadelede başlarda yaşanan panik havası geçti. Savaş stratejileri masadaki yerini aldı. Bilgi hırsızlığı için ‘hackerlar’a laboratuvarlar hedef gösteriliyor. Müttefiklik ilişkileri yeni baştan gözden geçiriliyor.
Arada patent yarışları da var. Koronavirüs aşısına patent hakkı konulmayabilir, en azından bu yapılabilirdi. Yarış acımasız evreye geçmeyebilir, acımasızlığın dünya sağlığını olumsuz etkilemesinin önüne geçilebilirdi. Dünya Ticaret Örgütü girdi araya. İzin vermedi.
Dünyaya aşının da adalet getirmeyeceği, küresel güçlerin, önümüzdeki dönemde kritik teknolojilerde kıyasıya yarışacakları ve hatta çatışacakları anlaşıldı.
Koronavirüs gitse de sağlık hasarları kalacak. Bir de bunun yanına aşı savaşlarının açtığı yaralar eklenecek.
Virüs mutasyona uğrasa da dünyanın literatüründe mutasyon kavramı yok. Kısacası; dünya değişmiyor, dönüşmüyor. Dün neyse bugün de o.