BİNDİLER BİR 'ALAMETE'
Deva ve Gelecek ve Saadet… Üç parti son günlerde “birleşiyoruz”, “aynı çatı altında buluşup mecliste grup kuruyoruz” diyerek kamuoyunu meşgul ediyorlar. Altılı Masa’dan kalma alışkanlıklarıyla toplanıyor, dağılıyorlar.
Konuyu, hikayelerinin paralel akması sebebiyle Babacan ve Davutoğlu üzerinden ele alabiliriz. Aslında konuşulanlar yeni değil.
Babacan’ın ve Davutoğlu’nun AK Parti’den koptukları, parti kuracaklarını açıkladıkları tarihten bu yana gündemde. Siyaset teorisinin ve pratiğinin içinde olan pek çok kişi, bu süreçte, iki siyasetçiye, birlikte hareket etmelerini tavsiye etti. İçinde bulundukları şartlar bunu gerektiriyordu. Böylesi daha iyi olurdu.
Hâttâ bir zorunluluktu.
Davutoğlu’nun yöntemini kullanarak maddeler halinde sayayım:
1. AK Parti’den ‘ilkesel’ sebeplerle ayrıldıklarını, kişisel ikbal peşinde olmadıklarını ancak böyle anlatabilirlerdi.
2. Fırsatçılık siyaseti yapmayacaklarını, uzun yola çıktıklarını ancak böyle gösterebilirlerdi.
3. Daha geniş bir toplumsal kümeye hitap edebilirlerdi.
4. Birleşmeyi kendilerinden başlatarak tabanlarına örnek olabilirlerdi.
5. Siyasetin bir ‘imkan sanatı’ olduğunu kavradıklarını ispatlayabilirlerdi.
Yapmadılar. Kendi partilerini kurdular. Adlarıyla, amblemleriyle, binalarıyla ve teşkilatlarıyla var olma, üstünlük kurma yarışına girdiler.
Seçim sürecinde yeniden
Seçim yaklaşırken, yeni seçim yasasının sunduğu zeminde ‘birleşme’ fırsatı yeniden doğdu. Millet İttifakı çatısı altında, o kurguyu bozmadan, üstelik onu güçlendirmek üzere ‘muhafazakar alternatif ’ oluşturabilirlerdi.
Yine maddeleyeyim.
1. Seçim barajı sorunu ortadan kalkmıştı. Bu imkandan yararlanabilirlerdi.
2. Seçim öncesinde üçlü birleşmeyi başararak, Altılı Masa ile ülkeyi uyumlu yöneteceklerine dair, seçmene güven verebilirlerdi.
3. Bütün anketler, bu seçenekle daha başarılı olacaklarını gösteriyordu.
Davutoğlu istekliydi. Deklarasyon hazırlayıp Babacan’a götürdü. Babacan kımıldamadı. “Partinin yetkili organlarına götürdük. Başkanlık kurulunda 21'de 21 reddedildi. Bir arkadaşımız bile desteklemedi” diyerek kapıyı kapattı.
Gelecek Partisi’nden homurtular yükseldi. Kurucular Kurulu Üyesi bir partili, ağır ifadelerle karşılık verdi: “En büyük hata sizi adam yerine koyup bu teklifi götürenlerde”.
“Birleşin” çağrıları devam ederken, Babacan heyheyleniyor, partisini ‘kendi adıyla, kendi şanıyla, kendi logosuyla’ seçime sokacağını ilan ediyordu.
Davutoğlu ‘Erdoğan’ı gönderme’ hırsıyla, toplam seçim başarısına odaklanmıştı. Her türlü fedakarlığa hazır, bütün tekliflere açıktı.
Kılıçdaroğlu’nun kendi adaylığı için her türlü tavizi verdiği bir seçime denk gelmişlerdi. Bol keseden dağıttığı adaylıklar, kısa vadede kârlı görünüyordu. Kılıçdaroğlu’na kanıp yoldan çıktılar. Siyasi kimliklerini inşa etmeyi değil, mecliste koltuk kazanmayı tercih ettiler. Kazandılar da. Deva’nın 15, Gelecek Partisi’nin 10 vekili oldu. Partinin seçmeni yoktu, ancak vekili vardı. Parti olarak bir garip görünümdeydiler: Binanın zemini ve ilk katı yoktu, ancak ikinci katında eğleniyorlardı. ‘Kısa günün kârı’nın eğlencesi de kısa sürdü. Konjonktür onları yeniden birleşmeye zorluyordu. Çünkü;
1. ‘Kaybolma’, ‘unutulma’ yoluna girdiklerinin farkındaydılar.
2. Mecliste grup oluşturmanın ne kadar değerli olduğunu biliyorlardı.
Son umut da bitti
Seçimden bir ay sonra, 15 Haziran’da yeniden bir araya geldiler. Açıklamaları pek havalıydı. “Görüşme başarılı geçmiş, iş birliği modaliteleri konusunda istişarelerde bulunmuşlardı”.
Çok geçmeden kimse için sürpriz olmayan yere varıp dayandılar.
Babacan her zamanki sinsiliğindeydi. Arkadaşlarının “hayır” dediğini açıkladı.
Davutoğlu her zamanki ‘öğreten adam’ konumundaydı. “Dar kimlikler etrafında siyaset yaparak bir yere gidemeyiz” derken tam da bugüne kadarki yürüyüşlerini tarif ediyordu.
“Kritik eşiklerde ertelediğiniz çözümler, daha sonra size ağır bedeller ödeterek önünüze gelir” diyordu. Tam da yaşadıklarıydı.
Artık sonucunu baştan bildikleri bir süreçte ‘çalışıyormuş’ havasında oldukları çok sırıtıyor. Samimi olmadıkları her hallerinden belli. Birbirleri üzerinde siyasi taktikler deniyorlar. “Birleşmek için emek vermekten kaçmadık” görüntüsü vermeye çabalıyorlar.
Başta olmamıştı. Şimdi de olmuyor.
Bindiler bir ‘alamete’, gidiyorlar.
Bindikleri alametin yakıtı kendi egoları. O da hiç bitmeyecek.