DERİN BİR YARA
1986 yılında kurulan, o günden bu yana gündelik siyasetin dışındaki alanlarda çalışmalarını sürdüren Bilim ve Sanat Vakfı’na kayyım atandı. “Şehir Üniversitesi’ne yapılan müdahalenin devamı, basit ve teknik bir hukuk işlemi” olarak değerlendirilip geçilecek bir olay değil. Kendi başına ve iç içe derin anlamları var. Ve uzun zamana yayılacak, derin kırılmaları tetikleyecek ciddi bir adım.
Her şeyden önce söz konusu olan bir vakıf. Bir vakfa bu biçimde el konulmasının, o vakfı olumsuz etkilemesinin ötesinde, vakıf geleneğine zarar verdiği ortada.
Başarılı işler yapmıştı, entelektüel birikimiyle değerliydi ve Mustafa Kutlu’dan Dücane Cündioğlu’na, İlhan Kutluer’den Turgut Cansever’e İskender Pala’ya kadar pek çok kişinin emeği ile bugünlere gelmişti.
Birçok kişi, kuruluş, dernek, vakıf bu ‘akıl tutulması’na itiraz etti. “Yazık oldu” dedi, “etmeyin” dedi, “eyvah” dedi, “kendi ayağımıza sıkıyoruz.” dedi. Hak, hukuk, adalet, kanun, vicdan, merhamet, erdem kavramlarının etrafında sözler söylendi. En hafif ifadesiyle mahalleyi bir hüzün sardı.
Yapılanı üç adımda analiz edebiliriz.
1. Mesele kanuna uymak ve kanunu uygulamaksa:
Kullanılan yetkiye izin veren kanun, 15 Temmuz’un hemen sonrasındaki, her şeye hızla yetişilmeye çalışılan o ağır ortamda çıkarılmış. Belli bir hedefe dönük kullanılmak üzere, 81 maddelik bir torba kanunun içinde meclisten geçmiş. OHAL ile sınırlı olması beklenirken öyle olmamış. Kısacası; her ne kadar “kanuni bir işlem” denilse de kanunun konuşulacak, tartışılacak çok yanının olduğu apaçık ortada.
2. Mesele hukuku gözetmekse:
Yüzüne asit dökülen 19 yaşındaki Berfin'in bir gözünü kaybetmesine ve yüzünün bir bölümünün yanmasına hepimiz çok üzülmüştük. Cumhurbaşkanımız da konuyla ilgilenmiş ve sanığa verilen 13 yıl cezayı az bulmuş, eleştirmişti. Kendisine “kanunun böyle olduğu” söylenince şu konuşmayı yapmıştı:
"Ben kanundan bahsetmiyorum, ben haktan bahsediyorum, hukuktan, adaletten bahsediyorum. Siz burada hakkı arayacaksınız, hukuku arayacaksınız, adaleti arayacaksınız. Böyle bir olay kendi kızının başına gelmiş olsa, orada bu olayı nasıl değerlendirirsin? Kanunlara mı bakacaksın? Yoksa böyle bir hak olur mu, böyle bir adalet olur mu, buna mı bakacaksın? Onun için buradan ben tüm yargı dünyasına da sesleniyorum; bu kanunların sayfaları arasındaki maddelere değil, vicdanınızın sesine lütfen kulak verin. Adaletin tecellisini hakta hukukta arayın. Her zaman söylüyorum; benim yolum kanun yolu değil, hukuk yoludur. Hukuk eşittir kanun değildir. Bir defa bunu iyi anlamamız lazım."
Cumhurbaşkanımızın da dediği gibi; uygulanan kanunun açıklarının olması bir yana, hukuk kanundan ibaret değil.
3. Mesele daha da ötesine geçmekse:
2014 yılında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat ödüllerinin verildiği törende Alev Alatlı bir konuşma yapmıştı. Neredeyse bütün devlet ricali oradaydı. Konuşmanın salondan aldığı yoğun alkış, bir tür kabul olarak yorumlanmıştı.
Özetle şöyle demişti Alev Alatlı:
“Her yasal hak helal değildir. Ve olamaz. Aslolan, hakkın helal edilmesi ve helalleşmek olmalıdır. Helalleşmek, mahkemede dava kazanmaktan daha üstün olmalıdır.
İflas eden kardeşinizin haraç-mezat satılığa çıkarılan evini satın almanız yasal hakkınız olabilir, ama helal değildir.
İmar ruhsatı olan bir müteahhit, şehrin hakkına tecavüz ederken yasal olarak suçsuzdur, ama yaptığı iş helal değildir.
Bu yüzyılın en önemli meselesi yasal olan ile helal olanı örtüştürmektir. Yasaların tanıdığı haklardan, insanlık ve Allah adına feragat etmenin garipsenmediği bir yeni düzen getirmek zorundayız.”
Helalleşmek, hukuk, kanun… Helalleşmeyi hiç akla getirmeyip, hukukun etrafından dolanıp, sorunlu bir kanuna sığınmak!
Nasıl oldu da buralara geldik?
Siyasi mücadele bu kadar geniş alana mı yayıldı? Yoksa durumdan vazife çıkaranların gayretkeşliği mi?
“Görmedik, duymadık” diyemeyiz.
Olmamalıydı. Yazık oldu.