DİLİN SÜRÇTÜĞÜ YER
“Darbe mi dedin?” tartışması devam ediyor.
Deniyor ki; “Türkiye gibi bir ülkede, bir sivil siyasetçinin darbeden söz etmesi için aklından zoru olması gerekir.”
Doğru.
Deniyor ki; “CHP’nin darbe yapacak gücü mü var? Zabıtalarla mı darbe yapacak?”
Bu da doğru.
“Peki öyleyse, bu duman nerden çıkıyor?”
Dilin sürçtüğü ya da ayartıldığı yeri bulmaya çalışalım.
CHP evde kalmaktan sıkılan vatandaş misali, muhalefette kalmaktan, hareketsizlikten sıkılmış olabilir mi? Sıkıntıdan pekala darbeye de sapabilecek hareketliliğin ufak tefek taşlarını döşüyor olabilir mi?
Yoksa darbe olmasa da kaos olsun, tam kaos olmasa da biraz gürültü çıksın, rahatsızlıklar çoğalsın mı istiyor? Memlekette ‘her şey yolundaymış gibi’ yaşanmasın, seçim süreci hızlansın mı istiyor?
CHP’nin önündeki soru şu: “Şimdi biz, elimizdekini eksiltmeden önümüzdeki seçime nasıl ulaşabiliriz?”
Neyi eksiltmek istemediğini de şöyle tanımlayabiliriz: CHP, İstanbul Büyükşehir Belediye seçimlerinin kazananının anons edildiği 23 Haziran akşamındaki resmi dondurdu. Seçimi kazandıran ‘hikaye’ ne olursa olsun, o gün koltuğa oturanın CHP’li olması partiye yetti. Şimdi o akşamın sevincini, o sevinçten doğan umudu koruyarak, gelecek seçime bir an önce ve salimen ulaşmayı hedefliyor.
Ve bu hedefe giderken iktidardan bekledikleri, kendisinden beklediklerinden daha fazla.
İktidarın hata yaparak ve kötü yöneterek CHP’ye katkı sunmasını umuyor.
Kendisinden beklentisi daha az; İktidar alternatifi gibi görünememekten, kadro kavgaları sebebiyle güç kaybetmekten, ittifak aşamasına gelindiğinde daha büyük kaymalar ve kayıplar yaşamaktan korkuyor.
Dolayısıyla meşruiyeti tam ya da yarım ya da tamamen tartışmalı da olsa, seçim sürecini hızlandıracak bir ‘katalizör’ arıyor.
Kovid 19 salgını, yönetilemeyen bir sürece dönüşebilir, ekonomi başta olmak üzere başka krizleri tetikleyebilir ve farklı bir noktaya taşınabilirdi. Ve krizin büyüyeceğinden korkan iktidar, telaşla seçim kararı alabilirdi. Öyle olmadı. Salgın olgusuyla ve algısıyla iyi yönetildi, halen de iyi yönetiliyor.
Salgına eşlik eden bir sorun olarak ekonomi de zor bir dönemden geçiyor. Ancak görünen o ki; ‘daha da kötüsü olabilirdi’ duygusu, geniş bir tahammül zemini oluşturuyor. Ve tam tedavi edilemese de ekonominin yaralarına pansuman yapılıp büyük krizler ötelenebiliyor. Bu aşamada ekonominin en azından bunu yapabilecek gücünün olması iyi.
Bu arada CHP’de ne oluyor? Örneğin, il kongrelerinde partinin genel görünümü ve sunumuyla hiç uyuşmayan görüntüler yaşanıyor. Demokrasinin uzağında, otoriter bir iklimde ve tek adaylı seçimler yapılıyor.
İstanbul’da Canan Kaftancıoğlu 444 oy ile seçildi. Toplam delegenin % 65’i.
Kaftancıoğlu “keşke başka adaylarla yarışıyor olsaydık!” dedi seçimin sonunda. “Neden?” sorulduğunda cevabı ilginç oldu. “Demokrasiye katkımız olurdu!” dedi.
Ankara’da Ali Hikmet Akıllı delegelerin % 49’unun oyu ile seçildi. İzmir’de Deniz Yücel ise delegelerin ancak % 38’inin desteğini alabildi.
Parti içinde bir kaynama olduğunu gösteren bu sonuçlar, teşkilat yapısı ve ileriye dönük birlik olma ve çalışma azmi açısından hiç sağlıklı değil. Yani üstü kapatılsa da içerde işler karışık. Kılıçdaroğlu yine de CHP dışı güçleri işaret ederek, partinin karıştırılmaya, hatta tasfiye edilmeye çalışıldığını iddia ediyor. Hayali düşmanlar tasarlayarak büyük kurultayı sorunsuz atlatmayı arzuluyor. Düşmanın müdahale etmesini engellemek üzere yönetimin kararlarının olduğu gibi kabul edilmesini, etrafında kenetlenilmesini
sağlamaya çalışıyor.
Oysa parti içi muhalefetin, uzun çalışmalar ve zorlu çabalarla oluşturulan yönetimleri rahat bırakmayacağı belli. Yeni yönetimlerin heyecanının ise ne kadar süreceği belirsiz.
Seçim ise görünürde yok.
CHP bu sıkışmış tablo içinde zayıf halkalarından fire veriyor. Zayıf halkaların dilleri sürçüyor da, darbeyi çağrıştıran intizamsız ve irtibatsız sözler ediyorlar.