‘FAZLA’NIN ANLAMI
Ekonomi sayfasından bir haber: “18 yıl sonra cari dengemiz fazla verdi.” Kulağa hoş gelen bir ifade. Her yanda eksiler, eksilenler, eksikler, yetişmeyenler varken, “fazla” denilmesinin çağrışımları güzel.
Yakından baktığımızda da içimiz ferahlıyor. Dışarıya sattıklarımızla dışarıdan aldıklarımızı karşıladığımız gibi, bir de artıya geçmişiz. Türk Milli Takımının galibiyeti gibi bir his oluşuyor içimizde. Düz mantıkla seslendiriyoruz: “Attığımız gol, yediğimiz golden fazla olduğuna göre, biz galibiz. Yaşasın!”
Bu hızlı yorumdan daha fazlasını dinlememek, ne anlama geldiğinin peşine düşmemek “fazla mı fazla, o yeter bize.” deyip olay mahallinden uzaklaşmak istiyoruz. Ancak çok da ileriye gidemiyoruz. Geri gelip, “neymiş bakalım bunun aslı fesli?” diye soruyoruz.
Futbolla başladık, futbolla devem edelim. Keşke ekonomi de futbol kadar yalın olsaydı! Kararı tartışmalı olan penaltıdan atılan golle, ceza sahası dışından atılan sürpriz ve ‘jeneriklik gol’, futbolda olduğu gibi ekonomide de aynı değerde olsaydı! Keşke bir değişkendeki sayısal üstünlük galibiyet için yetseydi!
Futbolda sadece gol sayısına bakılıyor. Maçın diğer istatistikleri, yorum yapanların, tartışanların çerezleri anlamına geliyor. Ancak ekonomide öyle değil. “Cari dengede fazlamız var.” denildiğinde konunun uzmanları hemen karşı sorularla analize başlıyorlar. “Tamam, olabilir. Peki nasıl oluştu bu fazla?”, “Geçen yıl ekonomin yüzde kaç kaç büyüdü?” diye soruyorlar. Peşinden ekliyorlar: “Bunun ne kadarı hizmetler kaleminden geldi?” Soruların arkası bir türlü gelmiyor. Karşılarındaki ‘cari fazlamız varmış.” diye sevinen yüzü donduruncaya, kocaman bir soru işaretine dönüştürünceye kadar sormaya devam ediyorlar.
Haksız değiller. Çünkü ekonomi çok boyutlu, çok değişkenli, çok etkileşimli, çok canlı ve çok karmaşık bir yapı. Öyle olunca da bir tek parametre ile güneşli bir resim çizmek mümkün olmuyor. Sayıları sayılarla birlikte değerlendirmek, büyüklükleri yan yana koyarak karşılaştırmak, yüzdelerin içinden detay yüzdeler çıkararak bakmak gerekiyor. Ancak o zaman gerçekliğin netine ulaşılabiliyor.
Bu defa da rakam silsilesi arasında kaybolmak gibi bir tehlike bizi bekliyor. Rakam, oran tablo, grafik kalabalığının içinde kaybolmadan, sözü anlaşılır düzeyde tutarak, bu karmaşık bütünün fotoğrafını çekmek zor.
Başa dönelim: 18 yıldır ekonomimizin cari dengesi açık veriyormuş. Cari açığımız 2018 yılı yaz aylarından itibaren azalmaya başlamış ve nihayet denkleşmiş. 2019 yılında ise ihracatımızı bir önceki yıla göre 4 milyar dolar artırmışız. Buna karşılık ithalatımızı 20 milyar dolar azaltmışız. Böylece artıya geçmişiz. Bu, ekonomimizin disiplinini, dinamizmini, etrafımız olumsuzluklarla kuşatılmışken alternatifler üretebildiğini, pazar çeşitliliği ile çözüm bulabildiğini gösteriyor. Tek başına maçın kazanılmasına yetmese de ciddi bir başarı. Ancak her şeyi anlatmıyor. Bu başarının sınır çizgilerini, ‘ne pahasına’ gerçekleştiğini de bilmemiz ve kabullenmemiz gerekiyor.
İthalatımızın azalışının özet açılımına bakmak bize fikir verebilir: Geçen yıl, önceki yıla göre daha az enerji ithal etmişiz. Ve 2019 yılında brent petrolün fiyatı 2018 yılına oranla dolar bazında düşmüş. Bu iki büyük kalemdeki düşüş ithalatımızı da azaltmış.
Ve bir önemli değişken daha: Ekonomimiz 2018’de % 2.6 büyümüşken, 2019’da sadece % 0.5 büyümüş. Büyüme oranımızı artırmamız gerekirken düşürmüşüz. Bu, bizim gibi bir ülke için tehlikeli bir düzey. En basit anlatımıyla; nüfus artış hızımız hesaba katıldığında, işsizliğimizi değil küçültmeye, aynı oranda tutmaya bile yetmiyor.
Açıkçası; büyüme hedeflerimizi tuttururken, üretimimizi ve dolayısıyla istihdamımızı artırırken cari fazla verseydik; final maçını kazanmış gibi sevinmek hakkımızdı. Şimdi maç serisi içindeki maçlardan bir maçı kazanmış gibiyiz. Mikrofon uzatıldığında söyleyeceğimiz söz belli: “Önümüzdeki maçlara bakacağız.” Yani önümüzdeki diğer verilere…