KARANTİNADA TÜRKÜ SÖYLEMEK
Balkonlarına çıkarak mahalleye neşe vermeye çalışanlardan söz etmiyorum. Onlar bir türkülük katkı verip süreci kolaylaştırmaya çalışıyorlar. Bu dediğim başka. Aslında sözün orijinali “karanlıkta ıslık çalmak” biçiminde ve korkuyu savuşturmak için yapılanı anlatıyor. Ben, bugünkü gündeme uyarlamaya çalışırken söz bu hali aldı. Yazının sorusu ise şu: Karantinanın karaya çalan günlerinde, yoksa aramızda darbe türküsü mırıldananlar mı var?
Evet sohbet konularımızı karantinanın dışına çıkarmak gibi bir ihtiyacımız vardı. Ancak yönümüzü buraya çevirmeyi de istemezdik! Hiç yoktan darbe imalarını konuşmaya başladık. Bir tercih işkencesi yaşıyoruz; Virüs mü? Darbe mi?, Darbe mi? Virüs mü?
CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel Meclis’te yaptığı basın toplantısında sert konuştu.
Uygun görmedikleri bir atamayı eleştirirken, yani hiç ilgisi olmayan bir yerde, “saray düzeninin sonu geliyor” deyiverdi. Devamında söyledikleri de yeterince abartılıydı.
Zihninde iktidara gelmenin provasını çok tekrarlamış olmalı ki; dilinden bu sözler dökülüverdi.
Demek ki CHP’liler iktidarı kendileri için ‘bir el uzatımı’ mesafede konumlandırıyorlar.
Erken ya da zamanında yapılacak bir seçimi garanti görüyorlar. Dolayısıyla, uzun yolculukların son kilometrelerinde kaza yapma ihtimali artan sürücülerin psikolojisine giriyorlar. Heyecandan aşırı hız yaptıklarını fark edemiyorlar. Hatta gazla frenin yerini karıştırıyorlar.
CHP İstanbul İl Başkanı Kaftancıoğlu’nun televizyonda söyledikleri Özel’in sözlerini bir basamak yukarıya taşıdı. Aslında sunucu, içine yorum kattığı için gramerini bozduğu, yönlendirici, ayartıcı bir soru sormuştu. Kimse ona takılmadı. Sıfatı itibariyle İl başkanının cevabı daha çok dikkat çekti.
“…Önümüzdeki süreçte bir erken seçimle ya da başka bir şekilde, bu ülkenin, halkın artık gözü açıldı, kimin kendisine hizmet için uğraştığını çaba gösterdiğini biliyor, kimin de böylesi bir dönemde dahi neyle uğraştığını görüyor. Şöyle söyleyeyim, bir iktidar değişikliğine, ben size daha ileri bir şey söyleyeyim iktidar değişikliğine değil, bir sistem değişikliğine gidişatı görüyorum, böyle olacağını da düşünüyorum.”
Buradaki “erken seçimler ya da başka bir şekilde” ifadesi yanlış anlamaya çok müsaitti.
Ağzından kaçmış olabilirdi. Ancak o makamdaki birinden hemen düzeltmesi beklenirdi.
Olmadı.
Ragıp Zarakolu’nun “makus kaderden kaçış yok” başlıklı yazısı ise “ne oluyoruz?” tedirginliğinin ateşini daha da yükseltti. Zarakolu yazısında, 1 Mayıs üzerinden Menderes ve dönemi ile Erdoğan ve dönemi arasında analojiler kuruyor, Erdoğan’ın Menderes’in acı tecrübesinden kendisine dersler çıkardığını anlatıyordu. Korona günlerinin bütün iktidarları sert bir sorgudan geçirmekte olduğuna dair bir tespiti vardı.
Yazının aklı biraz karışık, benzetmeleri hafif zorlamaydı. Ancak asıl talihsizlik başlığındaydı. Zira yazının başlığı yazının içeriğini yansıtmıyordu. Bir haber sitesi Menderes ve Erdoğan fotoğraflarının kolajı ile duyurunca, yazı ekseninden iyice çıkmış oldu. Yazılanlardan çok başlığa, başlıktan çok da fotoğraf kolajına odaklanıldı. Başka türlüsü nasıl olabilirdi! Menderes ile Erdoğan’ın fotoğrafları yan yanaydı ve başlık “makus kaderden kaçış yok.” biçimindeydi.
Birbirleri arasında bir bağlantı olmasa da iki konuşmanın ve bir yazının peş peşe gelmesi gerilimi artırdığı günlerden geçiyoruz. Memleketin iklimi değişti. Gerçek ya da sanal tansiyon yükseldi.
Oysa sadece siyasilerin değil, yazanların, konuşanların, yorum yapanların darbe’nin d’sine, hatta d’sinin imasına tahammül kalmadığını bilmeleri gerekiyor. Bu tahammülsüzlüğün bedelini her nesil ayrı ayrı ödedi. Darbe muhitinde dolaşmanın, o mahallenin yakınından geçmenin, dili oralarda dolaştırmanın alemi yok. Sonra dönüp “siz de çok alıngansınız!” demeye de gerek yok.
Tepkide aşırıya kaçanlara, “kanıma dokundu” diyerek ortaya dökülenlere “dur” diyelim.
Onları sakin olmaya çağıralım. Ancak, o meşhur fıkradaki gibi, taşı ilk kımıldatanın, yerinden sökenin hiç mi sorumluluğu yok!