LİVANELİ ELDE BİR

İsmail SERT

Zülfü Livaneli’nin şapkasında çok tavşan var. Yazarlık, müzisyenlik, yönetmenlik, siyasetçilik tavşanlarını, o günün önceliğine dikkat ederek, dönüşümlü olarak şapkasından çıkarıyor. Bu defa Sedat Peker’in açtığı kapıdan girmeye hiç tereddüt etmedi ve Deniz Baykal’a ilişkin söyledikleriyle gündeme geldi. Livaneli’nin, geçirdiği hastalıktan dolayı artık siyasi bir aktör olmayan, 84 yaşındaki Baykal için söyledikleri çok sert; “Baykal Kürtleri, alevileri ve ezilenleri sevmez.”
Hele bir siyasetçi için fazlasıyla ağır olan bu sözleri desteklerken de çok emin konuşuyor:  “Bunu çok sefer kendisi de söyledi. Basında çıktı”.  “Benim böyle bir kanaatim var” dememişti Livaneli. Doğrudan kendi sözleri olduğunu  iddia etmiş, edebilmişti. Basını tarayıp sözlerin kaynağına ulaşmaya çalışanlar oldu.  Bulamadılar. Sonra da nasıl olup da Livaneli’ye inandıklarına şaşırdılar.  Livaneli’nin diğer akıl yürütmesi ve vardığı sonuç da çok basit. Basit olmanın ötesinde  komik. Baykal, 3 Kasım 2002 seçimlerinin ardından, şiir okuduğu için yasaklı Erdoğan’a  siyaset yolunu açmasaymış, Erdoğan orada öylece kalacakmış. AK Parti iktidar  olamayacak, dolayısıyla Erdoğan ‘dokunulmazlık’ koruması altına giremeyecekmiş.  Kestirmeden söylersek; Livaneli, AK Parti’nin 20 yıllık iktidarını, o düğümün  çözülmesine bağladığını ve orada takılı kaldığını açıktan ilan ediyor. Livaneli aynı röportajda Baykal’a “tipik ankaralı”, “tipik sağcı”, “tipik devletçi” diyor.  Bunlar eleştiri kabul edilebilir. Normal sayılabilir. Ancak hızını alamayıp “tipik sünni”  diyerek devam ediyor. Bu tespitin elle tutulur bir yanı yok. Üstelik sadece patavatsızlık  sayılmaz, pekala ‘nefret suçu’na girebilir. Somut bir muhatabı olmasa da Livaneli’nin rövanş alma hissiyle dopdolu olduğu  anlaşılıyor. Bu hislerin tuzağında, demokratlık ölçülerini kendine göre  konumlandırmakta, küçük kelime oyunları yapmakta sakınca görmüyor. Livaneli’ye göre Ecevit de Baykal da ‘proje’ olarak ve özellikle iktidar olmasın diye  CHP’nin başına getirilen sağcı politikacılar. Kendilerine dikte ettirilen görevleri başarıyla  yerine getirmiş, solun başını bağlamış, solcuları yollarından şaşırtmışlar.  O’na göre Ecevit FETÖ’cü, Baykal ise şahsi çıkarları için politika yapan, gizli kapalı işler  çeviren bir Türk Milliyetçisi. Laikliği savunurken bile AK Parti’nin büyümesine hizmet  etmiş bir politikacı.  Livaneli fırsatı kullanıp ahbap çevresini de sıralamış. Ahmet Necdet Sezer’den, Hikmet  Kıvılcımlı’ya, Mihri Belli’den Mahir Çayan’a kadar, saydığı isimlerle geniş bir alanı  parselliyor. Kılıçdaroğlu’ndan da övgüyle söz ediyor. Ancak biraz tepeden baktığı, üst  perdeden konuştuğu da açıkça belli. “Sağcı komploların cehenneminden geçtim” dese de Akşener’le olan tek anısı da çok tanışıklığa bedel. Akşener’i kitap okuyan, kitabın  yazarını arayan ve kendi davasına dair özeleştiri yapabilen biri olarak takdirle anıyor.  Yani siyaseten onu da kuşatıyor. Livaneli Kürtleri de yeterince anmış ve böylece turunu  tamamlamış.  Yazının sonunda, röportajın satır aralarından çıkana tercüman olmak istiyorum.  Livaneli’nin Belediye Başkan adaylığı dışında aktif siyaset hayatı kısa sayılır. 2002’de  ‘Yiğidim aslanım’ konserlerinden Baykal’ın listesine, oradan da meclise girip milletvekili  olmuş. Önerileri dinlenmeyince, uyarıları dikkate alınmayınca, daha doğrusu kıymeti  bilinmeyince, 2005 yılında CHP’den istifa etmiş. Zaten uğramadığı meclisten "bir daha  misafir olarak bile gelmem" diyerek ayrılmış. Milletvekili maaşı alarak roman yazmaya  koyulmuş. O Livaneli, şimdi ‘ayrışmaları yönetmek’, ‘farklılıkları koruyarak büyük hedefte bir araya  gelmek’ gibi iri laflar ediyor. Şimdilik orkestra şefinden örnek verse de bütün uçları bir  araya getirecek bir ‘şef’ arayışında.  Livaneli, geçerken uğradığını saklamadığı siyasetten ‘aslan payını’ istiyor. Sözün özü:  CHP adaylığına, hatta ‘çatı aday’ı olmaya talip. Ecevit’in hatırasının, Baykal’ın hasta  portresinin üzerine basmasının sebebi o.