ÖĞÜTME MAKİNAMIZ
Türkiye’nin insan öğütme makinasının fişi her daim takılı.
Hiç boş kaldığı yok.
Hep çalışıyor.
14 Nisan tarihi itibariyle Erkan Oğur o makinaya atıldı, ayar hızlı devire getirildi ve düğmeye basıldı.
Hemen öncesinde, aynı makinada Orhan Pamuk öğütülüyordu. Linç tayfası taleplerini Veba Geceleri romanının toplatılmasını istemeye kadar vardırdılar. Yayınevi bir yandan, Pamuk bir yandan çaba sarf etseler de gözü dönmüş kitle henüz yatışmış değil.
Yine yakın tarihimizden hatırlayalım; Ara Güler Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın fotoğraflarını çekince, o ileri yaşında barbarca taşlanmıştı.
Şimdi de Erkan Oğur…
Demek ki; memlekette çalanın, söyleyenin ideolojik arkaplanını didiklemeden türkü bile dinlenmiyor. Ahmet Kaya’yı, Kazım Koyuncu’yu, Fatih Kısaparmak’ı, Neşet Ertaş’ı, Ruhi Su’yu, Sabahat Akkiraz’ı, Fazıl Say’ı, Musa Eroğlu’nu dinlemeye başlamadan önce kendimizi şöyle bir yoklayıp sormamız bekleniyor. Ne yapmaya niyet ettiğimin farkında mıyım?
Emin miyim?
Son kararım mı?
Dünya görüşüne katılmıyorsak, türküsünden uzaklaşmaya gayret ediyoruz. Yetmeyince yasaklar koyuyor, dikenli teller çekiyoruz.
Ne zor hayatımız var bizim! Dünyamızı kendimiz daraltıyoruz. Kendimizi hapse atıyor, daha geniş hücreden daha dar olan zindana kendi adımlarımızla geçiyoruz.
Erkan Oğur ömrünü halk müziğine vermiş bir sanatçı. Kemanın, bağlamanın, kopuzun, cümbüşün, gitarın, flütün ustası. Birçok türküyü sesiyle ve tarzıyla sevdirmiş bir müzisyen.
Oğur aynı zamanda hızlı bir muhalif olarak tanınıyor. Konserlerinde ağır ulusalcı bir dille düşüncelerini paylaşmışlığı var. Türkiye Komünist Partisinin toplantılarına katıldığı da biliniyor.
İşte o Erkan Oğur, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın ‘Hiç Oldum’ türküsünde enstrüman çaldı ve düzenleme yaptı.
Sen misin yapan! Anında kampanya başladı. Türkülerinden yol bulup kalplerinde Oğur’a yer açanlar şimdi acımasızca, gözlerini kırpmadan onu boğmaya çalışıyorlar.
Onlara bakarsak; Erkan Oğur bir ömür emeğiyle edindiği yeri ve itibarı bir günde, bir hamlede yerle bir etti.
Onları dinlersek; Erkan Oğur, bir gün önce sanatıyla arşa yükselirken, bir gün sonra yerin dibine battı.
Hayal kırıklığı yaşayanları, şaşıranları, sitem edenleri, gönül koyanları, eleştirenleri, anlayabiliyorum. Hatta kızanları, protesto edenleri, “daha da dinlemem” diyenleri de kabul edebilirim.
Ancak söylenenler bunlardan çok daha ağır. Lanetlemede sınır tanınmıyor. Meydan ateşleri yakılmış durumda. İdam mangasına gönüllü yazılan yazılana…
Türkiye böyle bir ülke işte! Toplumsal sahneye hangi adımla çıkmışsanız, devamını da aynı biçimde getirmeye mecbursunuz. İlk olarak hangi kimlikle görünmüşseniz, o kimliğe sıkı sıkı sarılmak zorundasınız.
Kendi yolunuzu yürüyemezsiniz. Mahallenizin bir parçasısınız. Toplu hareket etmekle yükümlüsünüz.
Sözlerinize dikkat etmeli, ne yapıp edip sizin için gerilen ipin üzerinde ilerlemeyi öğrenmelisiniz. Size tutulan aynada sürekli kendinize çeki düzen vermelisiniz. Aksi halde yolunuz kesilir, etrafınız çevrilir ve üzerinize çullanılır.
İşgüzar takip komitesi hep peşinizdedir. Azimlerinden hiç eksilme olmaz, yorulmak nedir bilmezler. İşi gücü bırakır, sizi iş edinirler.
Of ki off! Memlekette insan öğütme makinasına ne çok görev düşüyor! Onu çalıştırmak için ne çok sebep üretiliyor. Sebepler ne kadar katı! Kendi kendilerini haklı ilan etmenin taşkın özgüveniyle bir araya gelenler ne fena!
“Linç var dediler, geldik” tayfası ne kadar kalabalık!
Üstelik sadece ünüyle, unvanıyla öne çıkanların öğütülmelerini duyuyor, görüyoruz. Ya da dikkatle bakıyorsak eğer, yakın çevremizdekilere şahit oluyoruz.
Yoksa memleketin fonunda öğütme makinasının sesi hep duyuluyor. Bir hamlede bitirilen öğütmeler, öğütüp geçmeler sıradan olaylar.
Türkünün sesini yükseltsek de, kulaklarımıza kocaman kulaklıklar taksak da makinayı durdurmuş olmuyoruz… Yine çalışıyor, yine çalışıyor.