OTOMOBİL KAÇ KİŞİLİK?
Yürütemediğimiz otomobilimizin, devam ettiremediğimiz otomobil projemizin filmi
‘Devrim Arabaları’nı seyrettikten sonra, salondan hüzünle çıkmıştık. Üstelik gerçeğini
sinemaya girmeden önce de biliyor olmamıza rağmen.
Perdede yaşanınca, yaşanana şahit olunca başka oluyordu. ‘Yapılamaz’ korosuna, Makine
Mühendisleri Odası’nın itirazına karşılık, 23 mühendisin 129 günlük olağanüstü çabasını
görünce “keşke” dememek elde değildi. Keşke o aşamaya kadar getirmişken oradan
dönmeseydik. Ah keşke…
Sorular peşimizi bırakmadı: O tarihte üretseydik, sonrası nasıl gelirdi? Ne yapardık?
Nasıl bakardık dünyaya? Sadece ekonomimiz değil, özgüvenimiz, ‘biz’ tarifimiz,
cesaretimiz, dünyaya bakışımız, kendimizi konumladığımız yer nasıl olurdu?
Hatta şu soruyu bile sormuştuk: Kendi otomobilimize biniyor olsaydık, trafikte bu kadar
umursamaz ve kavgacı olur muyduk? Hiç de yabana atılır bir soru değildi.
Dile kolay, üzerinden tam 58 yıl geçti. Uzun yıllar hayaliyle yaşanan, rüyası görülen bir
proje gerçekliğe büründü. O sebeple 27 Aralık 2019, ülkemiz için tarihi bir dönüm
noktası, bir gurur günü olarak anılacak.
Yerli otomobil, çizgileriyle ve teknolojisiyle eleştiriden çok beğeni aldı. Ne kadar yerli?
olduğuna dair tartışmanın da doğru zeminde yapılması gerekiyor. “Yerlilik” derken,
tasarımından başlayarak üretiminin her aşamasının ülke sınırları içinde yapılmasını
anlıyorsak; elbette öyle değil. Çünkü hiçbir ülke zaten öyle yapmıyor. Bu noktada, olsa
olsa çağımızın yerlilik anlayışı tartışılabilir.
Artık önemli olan işin bütününe ait markanın bizim olması. Yerli otomobilin gerisindeki
ekibin fotoğrafına baktığımızda bunu görüyoruz. Hepsi ‘bizim çocuklar’. Yurt içinde ve
yurt dışında eğitim görmüş, dışarda deneyim kazanmış, beyin göçünü tersine çevirip
ülkesine dönmüş, işlerini iyi bildiklerini dünya sahnesinde ispatlamış çocuklar.
Ezberlerimiz üzerinden muhalefet yapmadan önce biraz durup düşünmeliyiz. Ürüne bir
bütün olarak bakmak varken, kusur arayışına çıkarsak, en sonunda kontrol sistemindeki
‘start-stop’ yazısına takılıp gülünç duruma düşebiliriz. “Bize yaptırmazlar” diyorsak, ne
dediğimizi, bunu ne kadar diyeceğimizi yeni baştan tartmalıyız.
Yapılan sadece yerli bir otomobil hamlesi de değil. Bir otomobilden daha fazlası.
Ne yaptık? Oturuyorduk, ayağa kalktık. İçimize kapanmak yerine, dünyaya baktık. “Biz
yapamayız” diyorduk, “çalışırsak neden olmasın?” diyoruz.
58 yıl önce de zor, çok zor, hatta imkansız bir işe girişilmişti. Her bir parçası el emeği
olan 4 otomobil üretildi. 2 tanesi 28 Ekim akşamı trene bindirildi. Boyaları o kadar
yeniydi ki; pasta cilası tren yolculuğu sırasında yapıldı. Deposuna manevra benzini
konulmuştu. Eksik olan sadece bu idi, kusur sadece bu kadardı.
Devrim 100 metre kadar gidip durunca, basın heyecanla, “Devrim yolda kaldı.’ ‘Devrim
yürümedi.’ manşetlerini attı.
1961’in öncesi de var, sonrası da. 1941’de Nuri Demirağ tarafından üretilen yerli
uçağımız… Erbakan hocanın Pancar Motor fabrikası… Vehbi Koç’un denediği Anadol
marka otomobil…
Hepsinde ‘biz yapamayız’ eşiğini aşamadık. Onun üstüne diğerlerini de koyabiliriz:
İhanete varan ihmaller, tekrar tekrar denemenin yolunu kapatan cesaretsizlik, günü
kurtarmanın telaşı içinde kaybedilen vizyonsuzluk… ve o kapıdan giren diğerleri…
Evet, “Bu otomobil kaç kişilik?” diye sormaya gerek yok. Türkiye’yi alacak kadar.
Hepimize yer var. “Gücü ne kadar?” diye sormaya da gerek yok. Türkiye’yi taşıyacak
kadar. Mızmızlanmaya, emeği geçenleri yüreklendirmek, alkışlamak için ağırdan almaya
hakkımız var mı?
Otomobil bir an önce yola çıksa da memleketin bütün gürültüsünü, çekişmesini,
kasvetini, boşa çekilen kürekleri, bir ileri bir geri zikzak çizişleri alıp götürse pek güzel
olacak.