RAPORDAN ÇIKAN DARBE
Pentagon’a yakınlığı ile bilinen Rand Corporation, hazırladığı 276 sayfalık raporu
yayınladı. Başlığı: Türkiye’nin Milliyetçi Rotası: ABD-Türkiye Stratejik Ortaklığı ve ABD
Ordusu için Çıkarımlar.
Çalışmada “Türkiye’nin iç, dış ve savunma politikalarındaki eğilimlerin Amerikan
savunma stratejisi ve güç planlaması üzerindeki etkileri ve olası sonuçları analiz
ediliyor. ABD açısından baktığını söylemeye gerek yok. Dahası; ABD siyasetinin içinden
ve derininden bakıyor da diyebiliriz.
Örneğin; ABD ile Türkiye’nin ortak hareket etmesini sınırlayan ve güveni zedeleyen
hususlardan biri olarak, ‘Suriye’deki gelişmelere ve Kürt sorununa ilişkin iki ülke
arasındaki fikir ayrılıklarının yaşanması’ gösterilmiş. ABD’nin teröre destekçiliğinden,
bölgeye yaptığı askeri yığınaktan hiç söz edilmemiş! Ne kadar steril ve kibar bir izah! Ne
kadar tarafsız bir gözlem!
Raporda, başta Türkiye’nin İran, İsrail, Rusya ve tabi ki ABD ile olan ilişkileri olmak
üzere çok sayıda başlık, tespit ve öngörü var. Bütün bu yoğunluğuna karşılık, Türkiye’de
sadece darbe söylentisi çıkarması üzerinden haberleştirildi. Sonraki yorumlar da hep bu
yönde oldu.
Darbeden söz edilen bölümde Türkiye ile ilgili dört senaryo ileri sürülüyor;
1. Ankara, ‘zor ve tereddütlü bir müttefik’ olarak NATO’ya bağlı kalmayı sürdürebilir.
2. Muhalefet ve/veya askerler iktidara gelebilir.
3. Ankara, Atlantik ile Avrasya arasında ‘bıçak sırtı denge siyaseti’ne devam edebilir.
4. Türkiye NATO’dan çıkabilir.
‘Darbe’nin açılımında “Türk ordusunun orta seviyeli kadrolarının rahatsız olduğu ve bu
rahatsızlığın bir darbeye neden olabileceği” iddia ediliyor. Rahatsızlığın temelinde
mevcut üst düzey komutanların siyasete fazla angaje olması ve 16 bini aşan sayıdaki
askerin ordudan uzaklaştırılmış olması tespiti yapılıyor. Uzaklaştırmaların halen devam
etmesinden ve bir gün sıranın kendilerine geleceğinden de tedirgin oluyorlarmış.
Sonuçta ‘darbe ihtimali var mı?’ sorusu akıllara düştüğünde ortaya çıkan bütün
değişkenler dikkate alınmış ve yanlışlanamayacak bir cevap verilmiş. Raporun cevabını
ben kendi algımla “yok da denilemez!” olarak okudum.
Cevap o kadar ince bir aralıkta oluşmuş ki; soruyu kendi kendilerine bir daha sorsalar ve
“var da denilemez!” deseler çelişkiye düşmüş olmayacaklar. Hatta bunu raporun, ‘ince
ayarlı’ olmasının delili kabul edecekler.
Bizde büyütülen tespit, bu tür raporların amacına, ruhuna, hazırlık süreçlerine çok
uygun. Çünkü ele alınan olaylar ve durumlar raporlaştırılırken peşin rezervler
konulmuyor. En uç düşüncelere bile ‘deli saçması’ muamelesi yapılmıyor. Ortaya çıkacak
tablodan korkulmuyor. ‘Şeytanın gör dediğinin peşine düşülmekten çekinilmiyor.
Zaten bu şartlarda ortaya çıkan raporlar işe yarar(!) sonuçlar üretebiliyor. O zaman
detaylar, detayların detaylarla buluşmasından doğacak küçük ihtimaller yakalanabiliyor,
küçük ihtimalleri büyütebilecek sürpriz zeminler yoklanabiliyor.
Bizde rapor, devam etmekte olan siyasi çekişmenin içine dahil edildi ve orada kayboldu.
İktidar ‘hükümete kurulan ekonomik komploların bir parçası’ olarak baktı. ‘Tam da işler
yoluna girerken zayıflatmaya çabası’ olarak değerlendirdi.
Muhalefet ise iktidarın yeni bir operasyon hazırlığında olduğunu, ‘rapor mağduru’
olarak konum alacağını ve kendi tabanını konsolide etmek için bu rapora tutunacağını
iddia etti.
Daha da küçük hesap yapanlar ise, raporun kabine değişikliğine yansıması için
yorumlarını eğip bükmekle meşguller.
“ABD’de hazırlanan çok sayıda rapordan biri” deyip geçemiyoruz. Çünkü RAND’ın
binlerce düşünce kuruluşu içindeki yeri ve ağırlığı belli.
Raporun sahibine sunulan ve gizli kalacak bağımsız yaprakları var mıdır? Onu da
bilmiyoruz. Ancak herkese açık okuduğumuz halinden bile üzerinde çalışılacak çok ders
konusu çıkarabiliriz.
Her şeyden önce, düşünceyi gidebileceği yere kadar götürerek geleceği öngörmeye
çalışmanın, devletler açısından ne kadar zihin açıcı olduğunu görmeliyiz.
Sonrasında ise “darbe mi dedin!” alınganlığı göstermeden ve buna takılmadan, işaret
ettiklerine ayrı ayrı bakıp kendi açımızdan hakkıyla değerlendirebilmeliyiz.