'SONSUZ SAVAŞ ÜLKESİ'
Afganistan’ın başkenti Kabil düştü.
Taliban güçlerinin Kabil’e girdiğine dair haberi ajanslar böyle verdiler.
2001’den düne kadar ülkeye hakim olan Amerikalılar bile “bu kadar hızlı olacağını beklemiyorduk” diyerek şaşırdılar. Belki de şaşırmış gibi yaptılar. Bilmiyoruz.
Taliban yönetimi dahi bu kadar kolay olacağını hesaplamadıklarını açıkladı.
Asker sayıları tahminen 75 bin olan Taliban, 300 bin askeri bulunan orduyu bir anlamda teslim aldı.
Elbette sayısal üstünlük zafer getirmeyebilirdi. Fakat Taliban’a karşı koymadıkları, savaşmadıkları, direnmedikleri de açık seçik ortada.
Karmaşık bir strateji hesabıyla, ülke Taliban’a teslim edilmiş olabilir. Ancak 20 yıllık ABD hakimiyetinin ortak ‘vatan’ kavramını büyük oranda erozyona uğrattığı acı bir gerçek. Afganistan bildiğimiz anlamda, -içinde çatışmalar da olsa- ortaklık bağları canlı bir ülke olma formundan çıkmış; bölünmüşlükler, kuralsızlıklar ve belirsizlikler ülkesi haline gelmiş. Silah, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı ülkeyi bataklığa çevirmiş.
Bu anlamda ortaya o kadar çok soru çıkıyor ki; alt alta sıralasak yazı zaten bitmiş olur.
Taliban tüm ülkeyi kontrol altına alabilir mi? Ya da tam kontrol ne kadar zamana, acıya ve tahribata mal olur?
Cevabı bulunmaya çalışılan sorulardan biri de 5 ayrı gruptan oluştuğunu bildiğimiz şimdiki Taliban’ın eski Taliban’a ne kadar benzediği?
Kısacası; Taliban’ın değişip değişmediği merak ediliyor. Kadınlara bakışından tutun da demokrasi algısına, genel yönetim anlayışına, uluslararası ilişkilerdeki tutumuna kadar bir çok konuda ne kadar değişmiş olabilir? Uzmanların yorumlarına göre, Taliban yine aynı. Eskiye oranla teknolojiyi, sosyal medyayı çok daha iyi kullanıyorlar. O kadar.
Aslına bakarsak; bütün unsurlarının elinde silah olan, dünyadan kopuk, bu derece kapalı bir topluluğun değişmesi için bir neden de yok. Peki bu profildeki bir gücün Afganistan’ı asgari huzur ve güven içinde yönetmesi ne kadar mümkün?
Gündemdeki sorulardan biri de şu: ABD Afganistan’ı neden terk etti? Cevaplar tartışmalı. Birazcık kurcalayalım. 20 yıl önce ABD Başkanı George W. Bush yaptıklarının adını ‘terörle kaynağında savaş’ koymuştu. Her şeyden önce bu savaş(!), ABD’nin tahmin ettiğinden çok daha uzun sürdü ve net bir sonuç alınamadı.
İkinci olarak; hem harcanan dolarlar, hem de ABD askerlerinin can güvenliği açısından Afganistan’da bulunmak pahalıya mal olmaya başladı.
Üçüncü bir öge ise, son seçimlerle birlikte ABD’nin iç dinamiklerinin değiştiğinin ortaya çıkması.
Sonunda yeni Başkan Biden bu tablonun gereğini yaptı ve Afganistan’dan çekildi.
Bu gelişmelerden Türkiye birçok çıkarımda bulunacaktır.
En önemlisi; ülkeden kaçacakların içinden batıya yöneleceklerin sayısının çok olması ihtimali. Ve batıya giden yolda, Türkiye’nin ‘ara durak’ olarak cazip görünmesi. Göçmen dalgası kaynağından kopmuşsa, bizim sınırlarımıza gelmesi de uzun sürmeyecektir.
Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan dün katıldığı törende “Türkiye’nin İran üzerinden gelen yoğun bir göçmen dalgası ile karşı karşıya olduğunu” ifade etti. Bu konuda Pakistan’a önemli görevler düştüğünü, bizim de elimizden geleni yapacağımızı, asıl önemli adımın Afganistan’ın bir an önce istikrara kavuşması olduğunu belirtti.
İkinci konu ise Kabil havaalanın korunması gibi bir konunun ve görevin artık önemini yitiriyor olması. Tüm ülkeye Taliban hakim olmuşsa ve batılı ülkeler -en azından şimdilik- elçiliklerini kapatmışlarsa, havaalanını özel tedbirlerle korumanın anlamı kalmamış olabilir.
ABD, 20 yılın sonunda ‘sonsuz savaş ülkesi’ olarak tanımlamak zorunda kaldığı Afganistan’dan çekildi. Bugün itibariyle ülkeye belirsizlik ve korku hakim.
Başta Rusya, Çin, Pakistan, İran ve bölge ülkeleri olmak üzere tüm dünya gelişmeleri an be an tedirginlikle izliyor.