TÜRKÇE YASİN
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 17 Aralık gecesi alternatif Şeb-i Aruz töreni düzenledi. Mevlana’nın vefatının 747. yıldönümünde Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde düzenlenen “Mevlevî mukabelesi”, her detayıyla görmeye alışık olduğumuz törenlerden farklıydı.
Semanın yetersiz ve zayıf örneklerini görmüştük. Ancak bu ölçüde değiştirilmesine, başka bir tarzla, yeni kurallarla ve yepyeni bir tavırla icra edilmesine ilk kez şahit olduk. Ve o gece bir başka ilk daha yaşandı.
88 yıl sonra ilk kez, Kur’an-ı Kerim Türkçe okundu.
Aslında seyircisiz, dar kadrolu ve mütevazı bir törendi.
Ancak çapını çok aşan mesajlar içeriyor ve taşıdığı İBB imzası ile başka çağrışımlara, yorumlara ve tartışmalara kapı aralıyordu.
Mevlevi geleneğinde usul çok önemli.
Dolayısıyla usulü bozmak, esasa müdahale etmek anlamına da geliyor. Ayıplamaktan yadırgamaya, saygısızlık kabul etmeye kadar gidebilir. Ancak sözünü ettiğimiz bu örnek onların da üstünde. Mevlana’yı sınırsız hoşgörü kaynağı gibi göstermek de yapılanı izah etmeye yeterli değil.
Gösteri, “Mevlana’yı ve Şeb-i Aruz’u biz böyle yorumluyoruz ve anıyoruz” diyen marjinal bir grubun işi olarak kalsaydı eleştiriler bu ölçüde olmazdı.
Ekrem İmamoğlu seçim öncesinde diz kırıp oturarak, bir anlamda halkı taklit ederek, halkla özdeşleşmeye çalışarak Yasin okumasaydı, eleştiriler yine bu çapta olmayabilirdi.
Akıl yürütüp anlamaya çalışalım.
Ya dalgınlık ve dikkatsizlik sebebiyle, programın ayrıntılarına yeterince bakılmadı ve gözden kaçtı.
Ya Belediye içinde siyasetin uçlarında, derin yarların kıyılarında dolaşarak macera peşinde koşan, siyaseten adrenalin yaşamak isteyen birileri var.
Ya daha düz ifadeyle, ‘şımarıldığı’ ve ‘başarı sarhoşluğu’ yaşandığı için böyle bir organizasyona bile isteye destek olundu.
Ya ortada İmamoğlu’na ve dolayısıyla CHP’ye kurulan bir tuzak var. (Bu tuzağın işlemesi için tabii ki konuya uzak olmak ve yapılan işin boyutlarını görememek gerekiyor!)
Ya da geleneksel kodlarının baskın çıkmasıyla CHP, yarım kalan devrimi(!) tamamlamak üzere zemin yokluyor. Buna dayalı olarak, ‘bakalım ne kadar tepki alacağız?’ merakı ile sinir uçlarına dokunuyor.
İBB neyi kurcaladığının, parmağını hangi yaranın üzerinde gezdirdiğinin farkında mı acaba? Derin bir travmayı tetiklediğini biliyor mu?
‘Geri getirmek’ hakkını saklı tutmak üzere Türkçe ezan’ı, Türkçe Kur’an’ı, dahası Türkçe ibadeti’ gündeme taşımak, yeni baştan tartışmak mı istiyor?
Arapça ezandan Türkçe ezana geçişin jandarma dipçiği ile, Türkçe ezandan Arapça ezana geçişin ise sadece okunuşun serbest bırakılmasıyla sağlandığını, yani ‘isteyen Türkçe isteyen Arapça okusun’ denildiğinde hiç bir camide Türkçe ezan okunmadığını unutmuş olabilirler mi?
14 Mayıs 1950’de seçmenin, kime oy vereceğine kararlı olmanın ötesinde, kime oy vermeyeceğinin bilinciyle hareket ettiğini bilmiyor olabilirler mi?
Olayın icracısı ‘Evrensel Mevlânâ Âşıkları Vakfı-EMAV’ semayı tanınmaz hale getirmesini Hz. Mevlâna’yı ‘cehaletle savaşan, ilerici ve reformcu biri’ olarak, kendilerini de böyle bir Mevlana’nın takipçileri olarak tanımlayarak, işin içinden sıyrılıyor.
Ancak bu durumda, bir anlamda bu ifadelerin de altına imza atan İBB, açığa düşmüş olmuyor mu? Vakfın cehaletle savaşmak dediği, İBB’ye transfer edildiğinde ‘halkla didişmek’ olarak karşılık bulmayacak mı?
EMAV, kendi yoluna devam etmek için halktan onay almayacak bir vakıf. İBB ise arkasında seçmen iradesi, sırtında yumurta küfesi, önünde seçim sandığı olan bir büyük kurum.
Neresinden bakarsak bakalım İBB, izah edilmesi zor bir işe imza attı. ‘Verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz’ tabelası asarak üstünden atlayamaz.
Ne yani, yapılacak ilk seçimin öncesinde İmamoğlu, Yasin’i Türkçe mi okuyacak?