YENİ NESİL YALAN

İsmail SERT

Hakikatin kenara, giderek daha kenara itildiği çağımızda, ‘yalan’ yeniden formatlandı. ‘Yeni dünya’ hiç süt kullanmadan peynir ürettiği gibi bunu da başardı. Artık ortalıkta yeni nesil yalanlar dolanıyor.
Yeni nesil bir yalan, gün içinde mutlaka karşımıza çıkıyor, kulağımıza ya da gözümüze ulaşıyor. Her soframızda tencerede pişirilmiş, fırında kızartılmış, soslanmış, süslenmiş olarak, dumanı tüte tüte servis ediliyor.
Ve eski nesil yalanlarla yeni nesil olanları arasında, neredeyse gerçek ile yalan arasındaki kadar fark var. Neredeyse!
Ve en önemlisi yeni nesil yalanlar yüz kızartmayan türden! (Belki de hiçbir hal ve şartta kızarmayan yüze ulaşılmıştır da bizim haberimiz yoktur!)
Bir film setine taşınmak üzere olan, gerçeğine benzetilmiş tahta silahların fotoğrafı çekiliyor, altına tamamı kurgu bir haber metni döşeniyor. Habere bir vakfın adı da  ekleniyor. Alın size egzotik tadıyla lezzetinden yenmez bir yalan haber. Salıyorlar atmosfere. Arkasından yetişebilene aşkolsun.
Tam da öğrencilerin sınava gireceği günün öncesinde, ‘Katarlıların üniversiteye sınavsız girdiğine’ dair bir yalan haber yayılıyor. Önünü alabilmek ne mümkün!
Emperyalist tezgahlarda, daha büyük çaplı yalan haberler üretildi. Tüm dünyaya servis edilen ‘kimyasal silahları var’ yalanı katliamlara, zalimliklere perde yapıldı.  
Son yalanı biliyor olmalısınız. İngiliz Mail on Sunday gazetesi İngiltere Savunma Bakanı Ben Wallace’ın Afgan mültecilerle ilgili bir makalesini yayımladı. Wallace, Afgan mülteciler için çevre ülkelerde, geçici işlem merkezleri kurmayı planladıklarını anlatıyordu. Yazıda bu merkezlerin hangi ülkelerde kurulabileceğine dair bir bilgi yoktu.
Mail on Sunday bu makaleyi yorumlayan bir başka haber daha yaptı. Bu haber için Savunma bakanlığındaki kaynaklarına başvurmuş, konunun uzmanı olan yetkililer, ismi anılmayan ülkelerin Türkiye ve Pakistan olabileceğini belirtmişlerdi.  
BBC Türkçe haberi takipçileri için özetlerken bir atıf hatası(!) yaptı. Türkiye ve Pakistan’ın isimlerini anarken bakanlık yetkililerini değil, savunma bakanını kaynak gösterdi. Arada ciddi bir fark vardı. Bakanın söylemesi başka, ismi verilmeyen bakanlık yetkililerinin dile getirmesi başkaydı.
Haber Türkiye’de iktidarın tepkisini çekti. Sert itirazlar geldi. Muhalefet ise habere adeta sarıldı. Hükümeti, ABD’den sonra şimdi de İngilizlerin taşeronu olmakla suçladı.
BBC Türkçe atıf hatası için özür diledi. Haberi de kaldırdı.
Ancak o habere atıf yaparak tivit atan muhalif siyasetçiler geri adım atmadılar. ‘Yalan da olsa bir işlev görüyor’ mantığını işlettiler ve yazdıkları tivitleri silmediler. Anlaşıldı ki; silmeyecekler. Yine anlaşıldı ki; yalan yalan üstüne koyarak gerçek bir başarı elde etmeyi hedefliyorlar.
Bence bizim payımıza başka bir ‘dikkat’ düşüyor. “İngilizin yalanında da bir numara vardır” diyerek buraya bir işaret koymalıyız. Bu yalanın üretilmesinden servis edilmesine kadar kat ettiği yolu incelemeliyiz. “Bize bunu zaten söyleyemezler” demekle yetinmemeli, gazetecinin özür dilemesine ‘zafer kazandık’ gibi bakmamalıyız.
Hata(!) ile yapılan bu yoklamanın ardından verilen tepkilerin tamamı, şimdi bir masada işleniyor, analiz ediliyor olmasın! Bu malzeme ile yeni bir yalan üretilecek olmasın!
Haberi tepetaklak dizmek, bir ögesini saklayarak bütünlüğünü bozmak, detay bir fotoğrafı öne çıkarmak ve hikayeyi onun üzerine kurmak, yorum yapıyormuş gibi bir yola girerek aslını çarpıtmak, yorumu yarıda keserek zihinleri bulandırmak, küçük bir bilgiyi değiştirerek yeni sorular üretmek, metnin içine, okuyanı esastan uzaklaştıracak çerezler(!) koymak… Bunlar sıradan manevralar oldu ve hep tekrarlanıyor.
Turgut Uyar bugünlerimizi erkenden yazmış: “Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta / Her şey naylondandı o kadar”
Yeni dünyanın özellikle sosyal medya düzeni, kabul etsek de etmesek de böyle.
Korkalım korkabildiğimiz kadar.