BİR PAZARIMIZ VARDI, BİZİ MUTLU EDEN
Mahallemizin semt pazarında tezgah kuran satıcılardan birine yaklaşıp, “kurusoğan almak istiyorum. Ama lütfen çürümemiş olanlardan ver. Ben hanımdan korkarım. Eğer poşetten çürük soğan çıkarsa hanımla papaz oluruz. Beni evden kovar” diyerek, espri yaptım.
Satıcı, bırakın gülmeyi, tebessüm bile etmedi. Gözüme dik dik baktı. Sonra da alay eder gibi konuştu:
“Beybaba, ben hanımından korkan adama soğan satmam.”
Aldığım cevap beni şaşırtmıştı. Oysaki ben şaka yapmıştım. Ama o ciddiydi.
Ona doğru biraz daha yaklaşıp, “Siz eşinizden korkmaz mısınız?” diye sordum.
“Ben niye korkayım ki. Dayak cennet çıkmış. Hem döver hem severim. Kime ne? Eğer sözümü dinlemezse, kovarım gider. Ben de başkasını alırım” dedi. Tezgahtaki soğanlarla meşgul olduğundan, konuşurken yüzüme bile bakmıyordu.
Satıcının sözleri durduk yere canımı sıktı. Ağzımı açtığıma pişman oldum. Ama onun adına ve evliyse de eşi adına üzüldüm. Ülkemin tüm kadınları adına üzüldüm.
Soğanı ondan almaktan vazgeçtim ama gitmeden tahsilini sormadan da edemedim.
“İlkokul terkim, dayı. Ben hayat mektebinden mezunum. Hadi beni meşgul etme” dedi ve eliyle yolu gösterdi.
Moralim bozulmuştu.
Yürüdüm. Az ilerideki satıcının önünde durdum. Temiz yüzlü biriydi. Bakışlarından cesaret alıp, ona da aynı espriyi yaptım.
“Beyefendi, hanımdan korkmayanı Allah çarpar” dedi, gülerek. Şaka yaptığımı anlamıştı. Ardından da, “soğanlarınızı siz seçin” diyerek, poşet uzattı.
Yaklaşımı az önceki satıcının üzerimde yarattığı moral bozukluğunu atmama neden olmuştu. Bu nedenle, “farketmez. Siz istediğiniz gibi doldurun” dedim.
Soğanların iyilerinden seçip, poşete doldurdu, tartıp, verdi.
Parasını verirken, “affedersiniz tahsiliniz nedir, öğrenebilir miyim? “diye sordum.
“Üniversite mezunuyum. Ama mesleğimle ilgili iş bulamadığım için gördüğünüz gibi burada satıcılık yapıyorum” dedi.
Bu kez de satıcının durumuna üzüldüm. Ama yine de moral vermek istedim. “Bu günler de geçecek inşallah. Canını sıkma” diyerek, soğan poşetini alıp, yürüdüm.
Aslında pazarda dolaşmak, alışveriş yaparken satıcılarla ayaküstü konuşmak bana zevk verir. Pazar esnafının mallını satmak için verdiği uğraşı izlemekten keyif alırım.
Bazılarının ezik ve çürük meyveyi, sebzeyi, beni salak yerine koyarak, el çabukluğuyla poşete atmasına bile ses çıkarmam. Hatta bunu nasıl becerdiğini görmek için onu izler, olaydan keyif almaya çalışırım.
Bazılarının da, bana, “Siftah senden, bereket Allah’tan” demelerinden mutluluk duyarım.
Ancak son zamanlarda pazar alışverişlerinden keyif almaz oldum. Her nedense artık, semt pazarına doğru yürürken sanki ayaklarım geri geri gidiyor gibi oluyorum. Ama ihtiyaç olduğu için bazen yalnız, bazen de eşimle gidiyor, taze meyve ve sebzelerden alıyorum. Aslında semt pazarında satılanlardan market ve manavlarda da var ama pazar alışverişinin tadı başka oluyor.
Fakat keşke hayat bu kadar pahalı olmasaydı. Keşke insanlar güle eğlene alışveriş yapabilseydi. Keşke esnaf üç kuruş daha fazla kazanayım diye eziği, çürüğü satmak zorunda kalmasaydı. Keşke herkes kendi işini yapabilseydi. Pazarcı kendi işinde, üniversite mezunu kendi mesleğinde çalışabilseydi. Benim gibi hayatın çemberinden geçmiş, binlerce mühendis yetiştirmiş biri de gördükleriyle, yaşadıklarıyla, konuştuklarıyla mutlu olabilseydi. Ama bunu bize çok gördüler. Yazık oldu.
Oysaki eskiden mahallemizde kurulan semt pazarına gitmekten öyle çok keyif alırdım ki; pazarın bir ucundan girer, öteki ucundan çıkardım. Almasam bile satılan, sebze ve meyve tezgahlarını inceler, balıkçı tezgahlarına bakar, çorapçıyla, kuru yemişçiyle, hatta tertip ve düzeni sağlamak için görev yapan belediye zabıtalarıyla sohbet ederdim.
Pazar esnafının, malını satmak için önlerinden gelip geçenleri, bağırarak tezgahına çağırması, beni çocukluk günlerime götürürdü. Tarlamızda yetiştirdiğimiz kavun, karpuz ve taze sebzeleri, köyümüze yakın tren istasyonunda, satmaya çalışırken ki çabamı ve sattıktan sonra aldığım parayı sayarken yaşadığım mutluluğu hatırlardım.
Ayrıca pazardan alışveriş yaparken karşılaştığım arkadaş ve dostlarla selamlaşmak, ayaküstü sohbet etmek beni çok mutlu ederdi.
Ancak şimdilerde pek kimseyle karşılaşmıyorum. Vatandaşla, satıcılar arasındaki konuşma ve sohbetin de genellikle hayat pahalılığı ve ürün fiyatının yüksekliği konusunda olduğunu görüyorum. Hep aynı şikayetler, hep aynı yakınmalar. Gülen bir yüz yok, tatlı bir söz, mutlu bakan bir çift göz yok. Herkes geçim derdinde. Yüzler asık, canlar sıkık.
Nasıl olmasın ki?
Toprağıyla, taşıyla, havasıyla, suyuyla dünyanın en güzel yaşam alanlarından biri olan benim güzel ülkemde kim derdi ki gün gelecek domates, patlıcan, biber taneyle satılacak. Maalesef ki şuan o durumdayız. Bu yüzden insanlar birbirlerini görmezden geliyor. Elindeki poşette bulunan taneyle satınaldığı sebze, meyve görülmesin istiyor. Utanıyor.
Ben de yıllarını tarımsal eğitime vermiş biri olarak, düştüğümüz bu durumdan utanıyorum.
Şehirde yaşayan vatandaş mutsuz, köyde üretici mutsuz, pazarda esnaf mutsuz, işçi, memur, öğrenci mutsuz. Havamız, suyumuz, toprağımız mutsuz.
Daha ne diyeyim ki, ülke mutsuz..!