SORUNLU TARIM POLİTİKASI AÇLIK YARATIR!
Toprakta doğduk, toprakta büyüdük, toprakla belenip, toprakta yürüdük.
Ve topraktan doyduk, doymaya devam ediyoruz.
Ancak doymayanların sayısı, giderek doyanları geçiyor. Açlık korkutuyor. Açlık sefil ve cılız bırakıyor insanları. Çünkü toprağın, toprak olma özelliği bozuldu.
Toprak insanoğlunun aş teknesidir. Dostudur. Sadık yâridir.
Bir santiminin oluşması için yüz yıllar geçmesi gereken toprak, karnımızı doyuran tüm canlılar için yaşam kaynağıdır. Kıymetinin bilinmesi gerekir.
Kömür çıkarmak, değerli maden aramak ve mermer ocağı işletmek için toprağın altı üstüne getirilip, içi oyulursa; incinir, kırılır, küser, sonuçta da insanı aç bırakır.
Toprak için Anadolu insanı boş yere “Toprak Ana” demez. Çünkü toprak verendir, doğurandır, besleyendir. Ama tüm bunların karşısında gördüğü ise nankörlük, vefasızlıktır.
Devletin en kısa sürede küstürdüğü insanın, hayvanın, doğanın gönlünü almalı, onlara gerektiği gibi ilgi gösterip, ekosistemin yeniden canlanmasına imkan tanımalıdır.
Eğer bu yapılmazsa milli varlığımız olan toprağımız, dağımız, taşımız, meralarımız biz yar olmaz.
Bizim ülkemiz tarımsal üretimde kendi kendine yeten, halkını besleyen, tarımsal kalkınma sorunu olmayan bir ülkeydi. Bunun yanında hayvan ithal etmezdik.
Bu tılsım nasıl bozuldu?
Kim ya da kimler bozdu?
Toprak canlıdır ve içinde canlıların yaşadığı bir ekosistemdir. Bu ekosistemi güçlü kılan canlılığıdır. Canlılığını sürdürmesi, ürün vermesi, insanlara, hayvanlara ve diğer canlılara yararlı olması için de organik gübrelerle, yeşil bitki örtüsüyle, makro ve mikro elementlerle dengeli beslenmesi gerekir.
Eğer toprak dengeli beslenmezse, elementlerden herhangi birinin eksikliği söz konusu olursa, açtır, zafiyetlidir. Ona karşı sorumluluğumuzu yerine getirmezsek, bizlerin aş teknesi olmaz, olamaz. Unutmayalım toprak da bizim gibi türlü türlü isteği olan bir canlıdır.
“Söylemek kolay” diyor üretici.
“Organik gübreyi nasıl ve nerede bulacağız?” diye soruyor. Çiftçi haklı. Çünkü organik gübre kaynakları, hayvanlar ile yeşil bitki örtüsüdür. Ama topraklarımıza yeteri kadar organik gübre sağlayacak hayvanımız kalmadı.
Hâlbuki halkın refah içinde yaşamasını şiar edinen devletimizin, hayvan üreticilerini desteklemesi, yem fiyatlarını ucuzlatması, hayvan sayısını da nüfusa göre planlaması, programlanması ve belli bir proje kapsamında sağlaması gerekir.
Bu planlanma ne yazık ki yıllardır yapılmadığından ülkemizde hayvan sayısı insanlarımıza yetecek kadar değildir.
Devletimiz hayvan üreticisinin yanında olacağı yerde, yıllardır tüketici kesimi memnun etmek için döviz ödeyerek dış ülkelerden binlerce kurbanlık hayvan satın almaktadır.
Basının iddiasına göre bu hayvanların bazılarında da “şarbon hastalığı” tespit edilmiştir. Hasta hayvanlar ne oldu?
Belki geri gönderildi, belki de yok edildi, bilmiyoruz.
Burada devletimizi yönetenlere sormak istediğimiz soru şudur:
Niçin “Dimyat’a pirince giderken, evinizdeki bulgurdan oluyorsunuz?” Yetkili olarak yapılacak şey: Devletimizin dış ülkelere bu süreçte ödediği dövizi, hayvancılık sektörünü desteklemede kullanması daha mantıklı olur.
Hayvanların otlaması ve beslenmeleri için yaşama ve yem bitkilerinin ekim alanları olan meralar genişletmeli, tarım alanlarının tarım dışı amaçlarla kullanılması engellemelidir. Alınan bu önlemlerle inanın ne hayvanlarımız, ne de sahipleri aç kalır.
Nüfusumuza ve alım gücüne göre gıda üretilmediği takdirde, halkımız karnını doyuramaz, yeteri kadar ve dengeli beslenmemiş olur, sözün kısası aç kalır. Açlığın nedenleri ne olursa olsun, açlık zor, giderilmesi de çok zor bir olaydır.
“Aç ayı oynamaz” sözünde olduğu gibi, aç insan da görevlerini olması gerektiği gibi yerine getiremez. Bu durumda sanayide, ekonomide ve tarımda kalkınmadan söz edilemez.
Karacaoğlan yıllar önce “Yılan sokan kişi uyur da, aç olan kişi uyuyamaz” diyerek, açlığın önemine vurgulamıştır. Devletin asli görevlerinden biri de, halkını doyurmak; onları aç ve açıkta bırakmamaktır.
Açlık, pahalılık, pazardan yiyecek toplamak, ekonomik sıkıntılar son yıllarda dillerde pelesenk oldu. Açlık sorunun önüne nüfusa paralel meyve, sebze, tahıl, et, süt, yumurta gibi gıda üretimini gerçekleştirilerek geçilebilir. Bunun için verimli tarım alanlarını ve meraları betonlaştırmak yerine, ekim alanlarını genişletmek, üreticilerin desteklemek, mazot, elektrik, gübre ve bazı kimyasal ilaçlardan vergi almamak, yenilenebilir enerji yatırımlarına önem vermek, bölgelere göre üretim planlarını uygulamaya koymak gerekir.
Bölgelere göre ürün ekim deseni belirlemek ve sürdürebilir tarım uygulamalarına yönelmek uygun çözümlerdir. Üretici nedense yarınlarını düşünme yerine, günlük düşünmeyi, polikültür tarım yerine, monokültür tarım yapmayı seçiyor ve uyguluyor.
Üreticiler uzun yıllar aynı ürünü, aynı arazide yetiştirme, aynı grup ticari gübreleri uygulama alışkanlığında olduklarından, topraklarımız işlevini yerine getiremez oldu. Peki, üretici bunun farkında mı? Belki de farkında değil.
Üretici ürününe zarar veren hastalık etmenleri, zararlı böcekler ve yabancı otlarla savaşta sadece kimyasal yöntemler uygulamakta, aynı pestisitler sürekli kullanıldığında da, toprakta pestisit kalıntısı sorunu ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında, toprağın ekosistemi bozulmakta, hastalık etmenleri ve zararlı böcekler pestisitlere karşı dayanıklılık kazanmaktadır
Ülkemizde insanların yaşamlarını sürdürebilmesi için ve gıda kuyruklarında beklememesi için, yetkililerin öncelikle bilmesi ve uygulamaya koyması gereken ilke: “Tarımda kalkınma olmadan, sanayide kalkınmanın olmayacağıdır.”
Bu nedenle katma değeri yüksek olan bitki türlerinin ekim alanları genişletilmeli, üreticilerimiz maddi ve manevi desteklenmeli, tarım kooperatifleri ve birlikler özelleştirmemeli ve tarımsal destekler ürünlere göre düzenlenmelidir.
Özelleştirilen katma değeri yüksek olan tarım kooperatifleri ve birliklerimiz mutlaka kamulaştırılmalıdır. Üreticilerimize mazot, elektrik, gübre ve bazı kimyasal ilaçlarda vergi alınmamalı veya maliyet fiyatına üreticilerimize verilmelidir. Çünkü tarımda girdiler pahalı olursa, üretici üretmekten vazgeçer.
Devletimiz betonlaşma sektörüne değil, yenilenebilir enerji kaynaklarının yatırımlarını desteklemelidir.
Tarım arazilerinin, dağlarımızın, taşlarımızın, meralarımızın tarım dışı amaçlarla kullanılmasına asla izin verilmemelidir.
Üreticilerimizin ekim ve dikimlerinde, ülkemize has sertifikalı, geleneksel üretim materyallerinin kullanımı özendirilmelidir.
Ülke genelinde yıllık tüketim verileri göz önüne alınarak, bölgelere göre üretim planı yapılmalı, arazi ve iklim özelliklerine göre ürün çeşitleri yetiştirilmelidir.
Örneğin; yetiştirilmesi sırasında çok su tüketen mısır, çay ve fındık, Karadeniz Bölgesi’nde, pamuk, turunçgiller, yerfıstığı, zeytin, incir Akdeniz iklim kuşağında yetiştirilmelidir.
Tahıl gibi çok su istemeyen bitkilerin tarımı İç Anadolu’da, ayçiçeği Trakya’da, incir, zeytin, turunçgil ve pamuk Ege’de yetiştirilmelidir. Hayvancılık ise genellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya yönlendirilmelidir.
Ziraat odalarının yeniden düzenlenmesi ve etkinliğinin artırılması, sadece aidat alan bir kurum kimliğinden kurtulması gerekir.
Üreticilerin, yönetimlerine siyasi müdahalelerinin söz konusu olmadığı, ancak yol gösterici ve gözetleyici bir konumda yer aldığı kooperatif ya da birlik çatısı altında örgütlenmesine yönelik destekler sağlanmalıdır.
Bu birliklerde görev alacak, alanlarında eğitimli, deneyimli ve uzman ziraat mühendislerinin, üreticileri tarımın her dalında, özellikle bitki koruma alanında entegre mücadele, kültürel önlemler ve biyolojik mücadele yöntemlerini kullanmaya yönlendirmesi sonunda, hem üretim maliyetleri belirli ölçüde düşecek, hem de tüketicilerin kimyasal madde kalıntılı tarım ürünü tüketmeleri önlenerek sağlıkları korunacaktır
Bu birliklerin ürünlerini doğrudan pazarlamaları sonunda, üyelerine faaliyetlerini sürdürülebilir düzeyde bir gelir sağlarken, tüketiciler de sağlıklı tarım ürünlerine daha uygun fiyatlarla erişebileceklerdir.