Türk misafirperverliği ve bakanlığın kapısındaki zincir!
Geleneksel Türk misafirperverliği; kültürümüzün ve dinimizin en önemli öğelerinden birisini oluşturur. Ülkemize has bu insaniyetimizle de her yerde ve her ortamda övünürüz. Ancak bu övüncümüze son zamanlarda bir şeyler oldu. Sanki bir yel vurdu, alıp gitti.
Geçtiğimiz günlerde ana muhalefet partisi lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, KPSS’de yüksek puan alıp da, sözlü sınavlarda elenen kişilerin durumunu görüşmek ve fikir alış verişinde bulunmak üzere Milli Eğitim Bakanı Sayın Mahmut Özerdem’in makamına misafir olmak istedi. Ama bu isteğini, gerçekleştiremedi. Kapıda kaldı. Çünkü Bakandan randevu alamadığı için, randevusuz gittiği Bakanlığın kapısına zincirli asma kilit vurulmuştu.
Buradan Sayın Bakana sormak isterim; Türk ulusu olarak öğündüğümüz misafirperverliğimize, geleneklerimize, göreneklerimize ne oldu?
Sayın Bakan usul hatası yaptınız. Sizin bir eğitimci olarak bunu yapmamanız gerekirdi. Ama yaptınız.
Unutmayınız ki, siz de, öncekiler gibi bir gün o koltuktan kalkıp, gideceksiniz. Yerinize başka biri gelip, o koltuğa oturacak. Atalarımızın dediği gibi, “mahkeme kadıya mülk değildir”.
Sizin bakanlık yaptığınız eğitim ve öğretim kurumunun adı “Milli”dir. Sosyal ve kültürel yaşamın da alfabesidir. Sizin yaptığınız bu davranışa, “eski köye yeni adet getirmek” denir. Töremiz gereği Osmanlı’dan bu yana devletimizin kapısı vatandaşına daima açıktır. Sizler de o kurumun başı olarak vatandaşımıza hizmet etmekle yükümlüsünüz.
Sayın Milli Eğitim Bakanı, siz bir akademisyensiniz. Aldığınız eğitim gereği oturduğunuz koltuğun hakkını vermelisiniz. Kapınızı sonuna kadar her vatandaşa açık tutmalısınız. Hatırınızdan da hiç çıkarmamalısınız ki, siz, bugün, ülkemizin eğitimine ve öğretimine yıllarca hizmet etmiş, çok yönlü eğitim ve kültür adamı, yazar, efsane bakan, çağının çağdaşı Hasan Ali Yücel’in koltuğunda oturuyorsunuz.
Bu kişi makamının kapılarını hiç kimseye kapatmazdı. Kapısını çalan her vatandaşımızı da makamında ağırlardı. Onlara yol gösterirdi. Hakkını ve hukuklarını korurdu.
Hasan Ali Yücel görev yaptığı yıllarda modern eğitim sistemlerini eğitimimize kazandırdı. Bunlara ek olarak eğitimimizi, öğretimimizi gerçek yaşamla birleştirerek “Halkevlerini” kurdu. Halkımızın eğitimine sundu. Çocukları ve gençleri okumaya, yazmaya, resim yapmaya teşvik etti, sahne sanatlarına yönelmelerine rehberlik etti. Köy Enstitüleri’nin müfredatlarının geliştirilmesine önderlik ederek, köylerde yaşayan çocukların okumalarını ve ülkelerine hizmet etmelerini sağlayıp, onların da Tonguç’la birlikte Hasan Babaları oldu.
Sayın Bakan size diyorum ki; oturduğunuz koltuk imrendirici bir koltuktur. Çok önemli bir devlet adamı koltuğudur. Kıymetini bilin.
Yüce Atatürk’e bir yurt gezisi sırasında ziyaret ettiği bir okulda “Cumhurbaşkanı olmasaydınız ne olmak isterdiniz?” diye sorulduğunda, “Milli Eğitim Bakanı olmak isterdim” diye cevap verir.
Divan Edebiyatı şairi Baki’nin dediği gibi; “Bu dünya geçicidir. Bir gün nasıl olsa yok olup gideceğiz. Baki kalan bu kubbede bıraktığın hoş bir seda olacaktır.”
Lütfen soluklandığınız kubbede bir hoş seda bırakın da, mutlu olalım.
Görevlerine düşkün devlet adamları; konferans, seminer ve değişik toplantılara katılmak ya da bakanlığına bağlı kurumları teftiş için yurt gezilerine çıkar. Siz de geçen haftalarda okulları teftiş, öğrencilerle ve öğretmenlerle görüşmek için ekibinizle birlikte Şanlıurfa’ya gittiniz. Basından öğrendiğimize göre, burada maalesef ki okul yöneticilerine ve İl Milli Eğitim Müdürüne yol göstermek, son eğitim sistemlerini anlatmak yerine, onlara “okulun bahçesinde neden bir basketbol sahası yok. Siz ne iş yaparsınız?” diyerek, azarladınız. Onların gururunu kırıp, onurunu zedelediniz
Halbu ki yapmanız gereken şey, bürokratlarınızın kusurlarını ve hatalarını uluorta değil de, makamlarında söylemek ve uyarmaktı. İşte o zaman gönüllerine girerdiniz. Siz oturduğunuz koltukta hata üstüne hata yapıyorsunuz.
Atatürk de yurt gezilerine giderdi. Hem de sık sık. Gittiği yerlerde okulları da ziyaret eder, derslere girerdi. Sınıfa girdiğinde ise öğrencilerle aynı sırada otururdu.
Sınıf öğretmeni, Atatürk’e oturması için kürsüdeki yerini gösterdiğinde, oturmaz, “Ben Cumhurbaşkanı dahi olsam, sınıfta öğretmenden sonra gelirim” diyerek öğretmene saygı gösterirdi.
Başöğretmen Atatürk’ün söylediği gibi öğretmenlik yüce ve önemli bir meslektir. Öğretmenlerimizin, toplumun aydınlanması ve bilinçlenmesindeki emekleri ve eğitime olan katkıları asla göz ardı edilmemelidir.
Eğitim ve öğretim, yurdumuzun yarınlarında, yurttaşlarının refah düzeyini artıracak, gelişimini, değişimini sağlayacak ve cehaleti yok edecek önemli bir unsurdur.
BUNU ASLA UNUTMAYIN..