ANAHTAR PASPASIN ALTINDAYDI!

Tuncay DAĞLI

Ben hayatım boyu bu kadar güvensiz bir ortamda yaşadığımı hatırlamıyorum. Herkesten, her şeyden şüphe duyar olduk.
Telefona bir mesaj gelse, tanımadığımız bir numaradan aransak “acaba?” diyoruz.
Kandırılacak mıyız, dolandırılacak mıyız ya da başka bir şeyden dolayı başımıza bir iş mi açılacak kaygısı ile hayatımızı devam ettiriyoruz.
İnsan böyle bir psikolojiyle nasıl yaşar ki? Paranoyak olmazsak iyi.

Tabii ki bunda yaşanılan olayların etkisi de çok fazla.
Devamlı surette insanların kandırıldığı, dolandırıldığı, parasının çalındığı, hesabının boşaltıldığı, yalan dolanla, korkutularak ziynet eşyalarının, birikimlerinin elinden alındığı haberleriyle beynimiz dolup taşıyor.
Evini, arabasını satarken ya da alırken profesyonel bir dolandırıcılık çetesinin oyununa gelenler, “hakkınızda soruşturma açıldı” veya “terör olaylarına bulaşmışsınız” denilerek kandırılan insanların parasını almalar, hepimizi bir korku çemberi içine hapsetmiş durumda.
Acaba bizim de başımıza böyle bir şey gelir mi, acaba biz de bir oyuna kurban gider miyiz? diye düşünerek hareket etmekten adım atacak halimiz kalmadı.
Ve anladık ki güvensiz bir yaşam, yaşam değil.
Her yerde, her alanda, her koşulda ve her yaşta insana güvenli bir ortam gerekiyor.

Çok iyi hatırlıyorum, 1980 yılına kadar ne üzerimizde kimlik taşır, ne de dışarıya çıktığımızda evimizin kapısını kilitlerdik. Hatta 12 Eylül’den sonra kimlik taşıma zorunluluğu getirildiğinde şaşırmıştık.
Özellikle de cüzdan kullanmayanlar için ‘nüfus cüzdanını hangi cebime koyacağım’ sorunu ortaya çıkmıştı. Ve bu yüzden nüfus cüzdanları devamlı ya gömlek ya da pantolonun arka cebinde unutulup, çamaşır makinasında kullanılamayacak hale geliyordu.
Evlerimizin yalnızca bir anahtarı oluyordu ve evden çıkan son kişi anahtarı ya paspasın altına ya da çiçek tenekesinin altına bırakıyordu. Daha güvenli olmasını isteyenler de komşusuna emanet ediyordu.
Yani bu derece birbirimize güven duyuyorduk.

Hırsızlık olayı olmuyor muydu, tabii ki oluyordu, dolandırıcılık, kapkaç, sahtekarlıklar da yaşanıyordu.
Ama bu, namuslu vatandaşların birbirine olan güvenini hiçbir zaman sarsmıyordu. Yoldan çıkan, yasalara uymayan, başkasının malında, parasında gözü olan, çalan, çırpan kişiler, şikayet edilince ya da suçüstü yakalanınca adalet önünde hesap veriyordu.
Bu yüzden kendimizi güven içinde hissediyorduk.

Ancak geldiğimiz noktada güven olayının ‘g’si bile yok.
Bu duruma gelinmesindeki nedenlerin başında insanların güveninin suiistimal edilmesinin yanı sıra, kişisel bilgilerin ele geçirilme kolaylığı da rol oynuyor. Hemen her yere verdiğimiz kimlik numarası ve telefonumuz ile adresimizin hiç ummadığımız şekilde birilerinin eline geçtiğini görmek canımızı sıkıyor.

Mağazadan alışveriş yapıyoruz, indirim bahanesiyle telefon numarası istiyor, ardından zırt diye reklam gönderiliyor.
T.C. numaramızı istemeyen yok. 
Adresimiz ortada geziyor.
Her türlü şifremiz bir şekilde kötü niyetli kişiler tarafından ele geçiriliyor.

Peki ne olacak bunun sonu?

Biz hep kaygı içinde ve herkesten şüphelenerek mi yaşayacağız?

Kendi önlemimizi aldık diyelim.
Kimliğimiz üzerimizde, kapımız kilitli, anahtarımız cebimizde ya da çantamızda. Şifremizi devamlı değiştirip, ezberliyoruz.

Yetiyor mu? Yetmiyor tabii ki.

Beynimize ele geçiren o vesveseler yok olmuyor.
Nedeni de güven yokluğu.
İnsan olarak, arkamızda durduğundan emin olacağımız, hakkımızı savunacak, başımızın derde girmesini engelleyecek o caydırıcı gücü hissedemiyoruz.
Bu yüzden karşıdan gelen birinin selam vermesinden bile şüphe duyuyor, “acaba kötü bir niyeti var da, benimle yakınlık kurmak mı istiyor?” diye düşünüyoruz.
Ve insana yönelik her adımda, her ilişkide, her girişim ve temasta onlarca sorunun cevabını kendi kendimize vermek zorunda kalıyor, aleykümselam demeden önce kafamızın içinde satranç oynuyoruz.
“Kale mi gider, yoksa fili mi kaptırırız?” diye düşünüp, “inşallah bir piyonla kurtuluruz” diyerek, rahatlamaya çalışıyoruz.
Bu arada günlük yaşamda karşılaşılan kötü niyetli kişiler ve bunların yarattığı olumsuzluk ve kandırmacalara karşı, çeşitli kurum, kuruluş ve güvenlikle ilgili iş yapan uzmanlardan gelen uyarılar da işin tuzu biberi oluyor.
Şöyle yapın, böyle yapmayın, şunu yaparsanız dolandırılırsınız, bunu yapmazsanız kandırılırsınız gibi mesajlar, paylaşımlar, görseller beynimizde dolaşıp duruyor.
Evde ya da dışarıda sohbet konularının en başında da bu tür konular gelip, birbirimize uyarı ve öğütlerde bulunuyoruz.
Oysaki sorun da belli, neden de.  
“Güven” denen, insan yaşamını rahatlatan en temel duygu, maalesef ki, “ne haliniz varsa görün” diyerek, almış başını gitmiş.