• Reklam
Cemal GÜLAS

Cemal GÜLAS


ANADOLU’DA KADIN OLMAK (1)

28 Haziran 2019 - 15:08

Okuma özürlüyüz biliyorum ama “okuyun adam olun” diyene saygı duyuyorum.. Yüreğiniz yiyorsa okuyun...

Yirmili yaşları yaşadığım günlerdi. Okulu bitirir bitirmez görev isteyen kız arkadaşımı ziyaret için gittiğim Hakkari'den İstanbul'a dönüyordum. Otobüsün içi sıcaktan dayanılmaz bir durumda. Şoförün arkasındaki iki koltuğu zaptetmişim. Zihnimde ise hep aynı tekerleme dolanıp duruyor. "Hakkında hiç düşünmediğimiz şey sahip olduğumuzu düşündüklerimizdir."

Bizim gelecekteki ilişkilerimizi konuştuğum kız arkadaşım konuyu bu cümle ile özetlemişti. Erkeklerin genellikle kadınları kendi malları gibi gördüklerini ve bu sebeple onların ne düşündükleri ile asla ilgilenmediğimizi söyleyip, aramızda okul sıralarında boy veren duygusal filizleri budamış ziyaretim bir veda ile noktalanmıştı.

Bu yüzden uykuya da giremiyorum, dışarısının karanlığı otobüsün içinin loş aydınlığı ile karışarak tuhaf bir boşluk duygusu hissetmemi sağlıyordu.

Küçük fotoğraf çantamı yanımda tutmak biraz da tanımadığım birisi ile otuz saat omuz omuza oturmamak için yan koltuğumun biletini de aldığım için yan tarafım boş kalacaktı.

Muavinin yolculuğun başında birkaç kez yılışarak yanıma oturma çabalarını sorduğu soruları cevaplandırmayarak bertaraf ettikten sonra kitap gazete ne buldu isem koltuğun üstüne koyarak bundan sonraki tüm girişimleri de engellemiş vaziyetteyim.

Genelde otobüse binmeyi o yıllarda otobüslerde içilen sigaralar nedeni ile hiç sevmezdim. Otobüse binmektense gideceğim yere yaya gitmek bana daha kolay gelir.

Ama bu sefer tüm şartlar elbirliği yaparak beni otobüse binmeye mecbur etti. Saat gece yarısını çoktan geçtiği halde uyuyamayışım.

Uykusuzluğum beynimdeki kelimelerin kendi aralarında kovalamaca oynamasından mıydı? Yoksa geride kalan arkadaşımın ayrılık derdinden mi? Anlayamıyordum.

Acaba arkadaşım haklı mıydı. Bizler kadınlarla yan yana yaşadığımız halde birbirinden çok farklı yaratıklarmıydık. Ben uykum gelsin diye dua ederken hemen önümdeki şoförde gitsin diye dua ediyor olmalıydı ki; saçlarını kaşıyor, teybe sürekli kaset takıp çıkarıyordu. Yol uğultusu tek kanaldan kısık sesli müziğin sesini bastırsa da kendimi takılan kasetlerin birindeki türküyü sessizce nakarat halinde söylerken buldum.

'Allı gelin al olaydın selvilere dal olaydın. Gelip geçen yolculardan yarın haberin soraydın.'

Bu sözcükler beynimde binlerce kare fotoğrafa dönüşmeye başladı.

Tanrım ne müthiş bir hasret. Hasreti içinde kor bir ateş olan yeni bir gelin doyamadan koynundan uğurladığı erkeğinden haber sorabilmek için yol üstündeki selvilere dal olmuş altından geçenlere "Erimi gördünüz mü, yiğidim yaşar mı? derdi tasası var mı?" diye soruyordu.

O anda Allı gelinin yarini düşündüm. Acaba okuma yazma bilir miydi?

Yanından köyüne giden biri olsaydı hasretini allı geline anlatabilmesi için ne tür bir işaret iz seçerdi ya da seçer miydi?

Geçmişte insanlar bir birinden nasıl haber alırlardı. Acaba allı gelinin yari seferberlikte askere mi götürülmüştü ya da bir somun ekmek fazlası için gurbet yollarına mı düşmüştü.

Günümüzde de bu tür özlemler var mıydı? Hasret yalnızca kadınlara giydirilmiş bir gömlek miydi? Avrat olur özler ana olur özlerdi; özlemek meziyet mi eziyet miydi acaba...

Başımı kaldırıp koridoru ve oturanları şoförün izleyebildiği dikiz aynasına baktım. İki koltuk arkamda üç kişi beraber oturuyordu.

Koridor tarafında bir erkek cam tarafında ise burnunun dibine kadar çektiği peçesi ile yüzünün yarısını kapatmış kucağında bir çocuk uyutan bir kadın. Çocuk 5-6 yaşlarında olmalıydı.

Ben boş koltukta gazete ve kitaplarımı ferah ferah taşırken onların o hali içimi burktu. Bir ara adamı uyandırıp yanımdaki koltuğa çağırmak geçti içimden, kalktım adamı uyandırdım, diğer yolcuları rahatsız etmemek için adama doğru eğildim sigara kokusunu hissedince adamı çağırmaktan vazgeçtim "Yeğeni getir de yanımdaki koltuğa koy yenge rahat uyusun" dedim.

Çocuk uyandırıldı ama benim yanıma gelmeye pek niyeti yoktu. Ben de bari çocuğu sen kucağına al ayaklarını yengeye uzatsın deyip koltuğuma geri döndüm. Neden bütün yavrular uyumak için anne kucağını seçerdi, ya da canımız yandığında niye annemizin adı ile feryad ederdik. Işığın karanlığı kovduğu saatlere kadar beynimin içindeki sesleri susturamadım.

Benim arkada uyuyan çocuğun yaşlarında iken götürüldüğüm bir mevlitte ilk anarşistlik yapışıp aklıma geldi. Huşu içinde hocanın anlattıklarını dinleyenlerin aksine söylenenler benim kulaklarımı tırmalıyordu.

Konu cennetti. Altından ırmakların aktığı yemyeşil ormanların arasında huri kızları cennetlik erkeklere şarap ikram ediyorlardı.

Duyduklarımı beynimde şekillere dönüştürmek, o yaşlarda başlamıştı. Bir anda kızların erkeklere hizmet ettiği kalabalığın içinde annemin olamayacağı fikrine kapıldım. Öyle ya benim annem başka erkeklerin bardağına şarap dolduramazdı.

O sıralar İstanbul'da olan annemi çok özlüyordum. Birden ayağa kalkarak hocaya sordum: Cennetlik kadınlar ne tarafta?

Sorudan hiç kimsenin bir şey anladığını sanmıyorum. Ama herkes bana bakıyordu; yeniledim sorumu; "Tanrının kulu yalnız erkekler mi? Neden yalnızca huri kızlar şarap dolduruyor da huri erkekleri kadınlara hizmet etmiyor?"

Dünyada kahrımızı çektikleri yetmiyor, ahirette de mi kahrımızı çeksinler, o zaman bir kadına cennete gitmek niye cazip olsun ki. Sizin dininiz yalnız erkeklere mi gelmiş, neden bütün peygamberler erkek. Arada bir iki tane dahi olsa kadın peygamber niye yok?

Bir anda odanın huzuru bozulmuş şeytan bir çocuk siması ile bu odada ayağa kalkmıştı.

Sıraların arkasında sessizce oturan birkaç kadın arasında sesli gülüşmeler başlamıştı. O zaman bana çok yaşlı görünen erkeklerse bana şaşkın şaşkın bakıyordu.

Eminim hoca ulan şu veledin başına bir odun kırmalıyım diye düşünüyordu.

O gün sadece anneme duyduğum hasretle başlayan bu sorgulama bütün hayatım boyunca devam etti.

Dünyada kadının yerini net belirtememiş toplumları düşünmek bile istemiyorum.

Ancak Anadolu'yu merak ediyordum. Acaba Anadolu'da kadın olmak nasıl bir olguydu. İslamiyet sonrası hayatımızı şekillendiren düşüncelerin temelinde kadın şeytanın silahlarının en büyüğü idi.

Biz erkekler kendi zaaflarımızı itiraf etmek yerine havanın bizi kandırarak elmayı bize yedirdiğini daha kolay benimsemiştik. Havvalar'da günlük hayatlarının ezilmişliği içinde erkekleri baştan kandırabilmiş olmaya hiç itiraz etmemişlerdi.

Erkeklerin kısacası güçlünün egemenliğinde oluşan kültürlerde de güçsüz olanlar sadece güçlünün biçtiği rolleri oynamak durumundaydı.

İşte böyle bir pencereden bakarak hayatı izlemeye başladığımda kadınlara ilgi duyamayacak kadar küçüktüm. Sonra bir kadının bir erkek üzerinde oluşturabileceği etkileri öğrenmeye başladım ve itiraf etmeliyim ki kadınlar karşısındaki açıklarımızı kapatabilmek için tek üstünlüğümüz olan kuvvete şükrettiğim günler oldu.

(DEVAM EDECEK)

YORUMLAR

  • 0 Yorum