• Reklam
Mine ATAMAN

Mine ATAMAN


BENİM GÜZEL VE YALNIZ SALINCAĞIM

21 Temmuz 2019 - 09:21

'Cennette İlk Sofra' kitabımı okuyanlar bilir. Çocukluğum Heidi’nin masalından çıkma, İsviçre Alpleri’ni kıskandıran Hemşin’de geçti. Şimdilerde hepiniz sosyal medyadan paylaşılan salıncak görüntüsüyle hatırlarsınız Hemşin’i.

Ticari zekanın son hamlesi salıncak bilete tabi tutulmuş, dakikası 20 tl. Dillere destan, salındıkça rüyalara götüren, döndükçe dönen dünyanın bin bir türlü haline inat sallanan salıncak.

Sen nelere kadirsin salıncak.

3 günü 3 ay gibi yaşayıp, yeri göğü inleteceksin.

Pokut’ta yer bildirimi yapacaksın, Badara yaylasında horona durup dinlemeye, dinlenmeye hacetin kalamayacak kadar fotoğrafa dadanacaksın.

Bir de ünlülerin tatil rotasına eklenmiş fotoğraf karelerinden hatırlarsın köyümü.

2 gün önce annemle konuşurken yazın köye gideceğini bizim de gelmemizi söyledi. Ve sonra ekledi tüm ünlüler geliyor. Sen niye gelmiyorsun.

Biraz ünlü olduğum için mi yoksa köylü olduğum için mi bilemedim.

Annem için köyümüze ünlülerin gelmesi önemli bir mevzu olsa gerekti.

Çünkü eskiden köye sadece Almanya’dan akrabalar, eşi şehirli olan avukat amca, Amerika’da çalışmaya gitmiş sonra çok zengin olmuş Necibe anneannenin komşusu Şifa halanın torunu Gül İsmail abi gelirdi.

Şifa hala hem şifacı, hem felsefe kulübü işletirdi köyde.

Hatta bizim dilimizde çember denen şimdilerin başörtüsünden meditasyon yapar bilmediğimiz dillerde dua ile dertlilere deva olurdu. Ölümüne yakın şifacı elini bana vermiş mirasını korumam için tembihler etmişti. Onlar son şifacılardı duası tılsım olan.

Konumuza dönersek. Gül İsmail abi ve diğerlerinin gelmesiyle, köy metropole dönerdi. Uluslararası diller gırla gider ortalık toz duman olurdu. Kültürün bini bin para. Bilgisayara computer dendiğini ilk Gül İsmail abiden duymuştum.

Bir keresinde annemin kuzeni Mersine teyze Mercedes marka arabası ve uzun kırmızı ojeli tırnaklı elleriyle süs köpeği gibi bir şeyle geldiğinde anlayamamış Vizontele’ye bakar gibi bakmıştım uzun süre.

Bizim karabaşın kıskanmaktan havlaması kesilmiş, köpek desen değil, oyuncak desen hiç değil. Avuç içi kadar tek hücreli canlı gibiydi süs köpeği.

 

Öylece durdum.

Bir anda çocukluğum aklıma geldi.

Çocukken köylü olmak pek matah bir şey değildi. Köyde yaşamak, köyde yapılan işlerden yapmak, köy kıyafetleri giymek, köy yemekleri yemek. Köylü anneannen olur, köylü dilinde konuşursun. Köyün delisiyle uğraşırsın.

Yerli malı haftasında okula organik solucanlı elma götürüp, ithal muza öylece bakakalırsın.

Herkes tatillerde nasıl yüzdüğünü, yazlıkta arkadaşlarıyla nasıl oyunlar oynadığını anlatırken sen meyve ağaçlarına nasıl tırmandığını, ineklerin peşinden ne kadar hızlı koştuğunu anlatırsın okulda.

Heidi’nin masalını izler gibi dinlerler, ama senin ki pek ilginç gelmezdi arkadaşlarına.

O zaman için meyve toplamak da, çayıra çimene uzanmak ta pek havalı bir etkinlik değildi. Her yaz salına salına üzerinden inmediğin salıncak kim derdi ki sosyal medyanın en çok izlenen videolarına konu olacak. İnovasyondan çıkıp, ticarete atılacaktı.

Oysa bizim bahçede salıncak tüm yaz boyu asılı dururdu.

Benim küçük, yalnız salıncağım.

Mahallenin tüm çocuklarının evinin önünde aynı salıncaktan vardı. Biletçisi henüz doğmamıştı.

Çay toplamak zorlu bir uğraş, çayın beyazı yani moda deyimle beyaz çay göze görünmeyecek kadar değersizdi. Çay hasadı literatüre girmemiş, çay meclisi, imece çalışma yönteminin adıydı sadece bizim oralarda.

Keyif çayı bizim oralarda pek içilmezdi.

Akşamları fırında patates, pişmiş meyve, bal, kabak menüsü beyaz çay seremonisinden daha kıymetliydi.

Ihlamur ağacı budanır yaprakları, önce ahırdaki kınalı kuzuya yem, sonra kahvaltıya çay olurdu çiçekleri.

Hele o bitmeyen yağmur ayları. Anneannem çürük ayı derdi. Yıkanan hiçbir şey kurumazdı. Meyveler çürümeye giderdi dallarında. Doğa topyekun çürümeye, kokmaya başlardı. Internette kedi videosu, televizyonda çizgi film yok hatta televizyon hiç yok.

Sadece siyah beyaz karıncalı bir şeyler….

Sonra ansızın bahar güneşi gelir, ortalık kupkuru olur doğa yeniden canlanırdı, esen rüzgarın kanatlarında.

Yazın ortasına yaklaşınca bal sağım zamanı gelirdi. Popüler kullanımla bal hasadı zamanıydı. Hasat özel kıyafetleri olan büyük amcalar tarafından yapılırdı. Onların etrafında laf söz dinlemeden koşuşturmak bal hasadına katılan biz miniklerin en büyük eğlencesiydi.

İlk balı yemek sakıncalıydı. Hatta bir keresinde bir amca ilk balı yemişti ve bal onu tutmuştu. Bal tutmak demek zehirlenmek demekmiş onu da çok sonradan hep birlikte öğrendik.

Baldan sonra yaylada yağ yapma zamanı yaklaşırdı. Köyden akil insanlar, gıda güvenliğine uygun davranan yaşlıca kadınlar bereketli elleriyle yağ hasadına giderdi. Kaplarda biriken kaymaklar yayıkta sallana sallana, şarkılar türküler eşliğinde yağa dönüşür kışlık kilere stoklanırdı.

Kaymak sonrası peynirler önce kadele yani ahşap saklama kabına, sonra toprağa emanet edilirdi. Toprak peynirin koruyucusu, duasıydı. Peynirler bir sonraki yıl topraktan çıkarılır, yılın mükafatı sofraya yıllanmış olarak gelirdi.

Yaylacılar özel insanlardan seçilirdi.

Yaşlılar, bilgeler, doğayı sevenler torunlarıyla yaylanın ıssızlığında meditasyona dururdu yaz boyu. Gideni az, yolu yok, suyu puğardan oluk oluk akan yaylanın soğuğu ırak, yalnızlığı çekilmezdi.

O yüzdendir ki güçlüler yaylacı olur hayata meydan okurlardı.

Annem bir taraftan yayla anılarını anlatırken kızım Mila’ya kardeşim salondan sesleniyor bizim dilde “bizim köy hepten kıymete bindi, moda oldu” diyor.

Bilmediğimiz uzak akrabalarımız köye ev yaptıracakmış diye lafa giriyor bir taraftan babam.

Oysa babam çocukluğunda gurbet yolu görmüş göç olmuş bir Hemşinli idi. Çocukluğumuz onun şehirde başardığı güzel işleri övünmekle geçmişti.

Şimdi tüm şehirliler köyümüzün yolunu tuttu, sığınaklarımızı soyup çırılçıplak ettiler, kültür dediğimiz anane dediğimiz her şeyi 24 saatlik hikayelerine sığdırmaya çalışıyorlar.

Sosyal medyanın hiç de sosyal olmayan hasedi içine hapsedilen fotoğraflar çocukluk anılarımızı ürkütmeye başladı.

İki masa atıp yarım saat sohbete koyulunca hemen doğaya döndük felsefesini pelesenk ettiler dillerine.

Ne oldu da yıllarca uzak durduğunuz köy şimdilerde tatil rotamız oldu.

Biz büyüdük ve kirlendi dünya desem Murathan Mungan’ın kulağını çınlatsam.

Eskiden kışları gurbete giden büyük amcaların eşleri şimdilerde yazları köye mevsimlik işçi oldular.

Göç olduk şimdi yine…

Gurbetten sılaya…

Gurbetten çocukluğumuza….

Gurbetten Hemşin’e…..

Gurbetten salıncağa…..

YORUMLAR

  • 0 Yorum