Çeşme'yi değiştiren ünlü işadamı İskender Dilek hayatını kaybetti
Gaziantep doğumlu olan 60 yaşındaki İskender Dilek, yakalandığı kanserden kurtulamadı. Yaklaşık 5 yıldır amansız hastalıkla mücadele eden tanınmış işadamı, tedavi gördüğü hastanede vefat etti.
Turizm sektörünün tanınmış ismi olan, garson olarak başladığı iş yaşamında zirveye çıkan ve hayatı tam bir roman olan İskender Dilek yaşamını yitirdi. İzmir Çeşme'ye ünlü oteller zinciri Sheraton'ı getiren, aynı binayı bu yıl yenileyerek bu kez Swissotel ile yoluna devam eden Dilek, burada 15 milyon Euro’luk bir penthouse’un (çatı katı) da olduğu 6 villa, 103 rezidanslık projeye başlamıştı.
Dilek'in vefatı, yakınlarını ve turizm sektörünü yasa boğdu.
İSKENDER DİLEK KİMDİR?
Ünlü yatırımcı İskender adını, dünyaca ünlü oteller zinciri Sheraton’ın ilk franchise’ı olan Çeşme Sheraton’ı açarak duyurdu. Ağabeyi Adil Dilek’le Çeşme’de satın aldığı otele 2001 yılında Sheraton tabelasını asınca bir gün içinde otelin çevresindeki tüm gayrimenkullerin fiyatı arttı, Çeşme en gözde tatil merkezleri arasında yerini aldı.
Başarılı iş adamı bununla da kalmadı. Otelde 5 gün tatil yapanlara sunduğu promosyon yurtdışı tatilleriyle de yerli- yabancı herkesin dikkatini çekti. Çeşme’nin çehresini değiştiren, sır gibi sakladığı satış stratejisiyle otel promosyonlarına yeni bir boyut getirdi.
İskender Dilek, verdiği röportaj'da hayatını şöyle anlatmıştı:
Nasıl bir aileden geliyorsunuz?
Gaziantepli’yiz. 1962 yılında ben de orada doğdum. Üç yaşındayken İstanbul’a geldik. O yıllarda Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin en büyük mağazasına sahiptik. Adı Binbir Çeşit’ti. İçerisinde kumaştan beyaz eşyaya, kıyafete kadar her şey vardı. Daha sonra babam üç amcamla beraber İstanbul’a gelmeye karar verdi.
İstanbul’da ne yapıyordunuz?
Babam Tahtakale’de hırdavat işindeydi. Gripin benzeri bir ilaç olan Kinadin diye bir ilacı çıkarttı. 1978’de de babam ağabeylerimle beraber Kıbrıs’ta turistik eşya satan bir yer açtı. Ben de İstanbul’da Vefa Lisesi’nde okuyordum. Yazları da babamın yanına çalışmaya gidiyorduk.
İlk girişimcilik hikayeniz o yıllara mı denk geliyor?
Biraz daha erken. 8 yaşında Fatih’ten otobüse biner Eminönü’nden babamın yanına giderdim. Niyet çektiriyor, çakmaklara gaz dolduruyordum. Yazın Eminönü’nde, Çiçek Pasajı’nda tanesi 25 kuruştan kırılmaz plastik tarak satardım.
Lise bitince ne yaptınız?
Bir gün lisede bomba patladı. Yıl 1979’du ve Türkiye’de ortam çok karışıktı. Bunun üzerine lise son sınıfı Kıbrıs’ta okumak üzere ağabeyimin yanına gönderildim.
Sonra?
12 Eylül’de ihtilal oldu, ben de 23 Eylül’de İngiltere’ye üniversite okumaya gittim. Üniversitede okurken aynı zamanda cep harçlığım çıksın diye hafta sonu garsonluk yapıyordum. Hafta içi de okul sonrası minibüsle Türk restoranlarına mal dağıtıyordum.
Hayatınızda ilk ne zaman risk aldınız?
İngiltere’de açık arttırmada ev alabilirsiniz. Eski İngiliz kanunlarına göre içinde 25-30 sene kiracı kalabilir. Siz kiracıyı çıkaramazsınız. Kendisi bir gün çıkmak ister ya da ölene kadar orada kalır. Benim de aklımda hep açık arttırmada emlak alıp, aldığım yerleri kiraya vermek vardı. Bunu bir gün hayata geçirdim. Açık arttırmadan 23 bin sterline bu şekilde dört katlı bir yer aldım. Tabii bu kanun sonradan değişti...
İyi de cep harçlığınızı çıkarmak için garsonluk yaparken parayı nereden buldunuz?
Hiç param yoktu. Hesap yaptım, kira gelirleri burayı 10-12 yılda amorti ediyor. Ama içinden bir tanesi boşalırsa o zaman piyangoyu vuruyorsunuz. Aldığım yerin içinde dört kiracı vardı. O boşaldığı zaman yaptığınız yatırımın yüzde ellisi bir daireden çıkıyor. Bankadan kredi aldım. Biraz da kredi kartlarımdan avans çektim. Aradan üç ay geçti. Bir kiracı çıkacağını söyledi. Meğer o kiracı 15 yıldır oradaymış. Tam bir piyangoydu. Ben de daireyi satılığa koydum. Aradan 4-5 ay geçince bankaya olan borcumun yüzde 70’ini ödemiştim.
Kumar gibi yani...
Kumar ama kötü bir kumar değil, bir nevi şansımı zorladım. Bir sene sonra rakip bir dağıtım şirketine geçtim. Okulu da bitirdim. Bu arada ek bir işim daha vardı. Türklerin seyahatleri için evimin yanındaki acenteden kredi kartıyla bilet alıyordum. O yıllarda Türkler’in çok azında kredi kartı vardı. Onlara 5 sterlin gibi ufak bir farkla satıyordum, para kazanıyordum. Kredi kartının ödemesi 40-45 gün sürüyordu.
Başka?
1987’de İngiltere’de gayrimenkul fiyatları arttı. O sırada da büyük avantaj sağladım ve hem kebap, hem de fish&chips restoranı açtım. Fakat bu iş ağır geldi. İngiltere’de eksikliğini fark ettiğim kuyumculuk işine girdim.
Bu iş nereden aklınıza geldi?
İngiltere’de inanılmaz Kıbrıslı nüfus vardı. Benim kadar da Kıbrıslılar’ı ve Türkler’i tanıyan yoktu. Düğünlerden dolayı hepsinin altına ihtiyacı vardı. Ama bu işi Türkiye’deki kuyumcu konseptinde yapan yoktu. Kapalıçarşı’dan altın ithal edip İngiltere’de tescilini alıp satıyordum. “Herkes emin misin bu işi yapmaya?” dedi çünkü soyulma tehlikesi vardı. Bunun için de güvenlik tuttum. Türkler’in yoğun olduğu bölgede açılan ilk kuyumcu da benimkiydi.
Risk almak sizi hayatta mı tutuyor Allah aşkına?
Evet ama gençken iş hayatımda hep başarılı olmak istiyordum. Her zaman hedeflerim için uğraştım. İçimdeki girişimcilik ruhundan dolayı da hep kendi işim olsun istedim. Türkiye’ye dönme kararı almasaydım, orada yine zevkle kuyumculuk yapardım. Kuyumcumu da o zamanlar devrettim ve Türkiye’ye geldim.
Eşiniz Sevil Hanım ve oğullarınız Doruk ve Mert’le sık sık gazetelerde haberleriniz çıkıyor. Eşinizle nasıl tanıştınız?
Kuyumcu bir arkadaşım vasıtasıyla. Eşim’le beraber yemek yemiştik. Tanıştığımız sırada Londra’da yaşıyordum. İşimden dolayı Londra’ya geri döndüm. Birkaç defa görüştük. O bankacılık yapıyordu. Ben 30 eşim de 23 yaşındaydı. Tanıştıktan 7-8 ay sonra evlendik.
Türkiye’ye dönmenizdeki sebep aşk mıydı?
Aşık olmadan evlenilmez tabii... Ama Türkiye’ye dönmemde elektronikle uğraşan Adil Ağabeyimin etkisi oldu. Uzakdoğu’dan Sony, Pioneer gibi markaların müzik setleri, televizyonlarını ithal ediyorduk. 89-90 yıllarında hiçbir markanın distribütörlüğü yoktu. Getirdiğimiz malların hepsi Çin ve Japonya kökenliydi. 90’lı yılların sonuna doğru Sony de dahil olmak üzere kendi distribütörlüklerini kurdular. Kar marjları düşünce bu sektörden çekilmeye karar verdik.
Ne yaptınız?
Rapsodi çoraplarını yarattık. Sıfırdan bir yatırım yaptık. 80 makinemiz vardı. 3 sene çorabı öğrendik, onunla ilgili fuarlara gittik. Ne zamanki biz Sheraton’ı açtık, buradaki yatırım daha ön plana geçti. Ve işi devrettik.
Otelcilik hakkında hiçbir geçmişiniz yok... Nasıl buna cesaret ettiniz?
Evet hiçbir bilgimiz yoktu ama turizm sektörüne girmeye karar verdik. Londra’daki turizm fuarında bütün zincir otelleri ziyaret ettim. Hiçbiri franchise vermiyor, konseptlerinde yok. Sheraton’la görüştüm. Onlar da “Normalde vermiyoruz ama Türkiye’den sorumlu direktörümüzle konuşun” dediler. Çeşitli görüşmelerden sonra bize güvendiler ve 19 Mayıs 2000’de Sheraton’la anlaşmayı yaptık. 2001’de oteli açtık. Ve Sheraton tabelasını koyar koymaz çevredeki gayrimenkullerin fiyatları hemen yüzde 50 arttı.
Otel, konumunun yanısıra yurtdışı tatil promosyonlarıyla da ilgi çekiyor. Bu satış stratejilerini belirleyen isim kim? Siz misiniz?
Evet ben belirliyorum. Satış müdürümüz yok. Aradığım kişiyi henüz bulamadım. Bundan da zevk alıyorum. Adil Abim finans ve operasyona bakıyor. Bense satış pazarlama, halkla ilişkiler ve reklama bakarım.
Dünyada sizin gibi tatile tatil veren başka oteller var mı? Başka otellerden örnek mi alıyorsunuz?
Hayır. Yurtdışında oteller indirim yapar, ücretsiz konaklama verir ama yurt dışına uçağıyla konaklamasıyla tatile göndereni yok.
BÜYÜK DEĞİŞİM
Dilek Holding Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı İskender Dilek, bundan 17 yıl önce Çeşme’deki Büyük Turban Oteli’ni yenileyip, otele Çeşme Sheraton tabelasını astığında çevresindeki tüm gayrimenkuller değerlenmiş, Çeşme’ye ilk kez bir global otel zinciri gelmişti. Çeşme Sheraton yine böyle bir değişimi yaşıyor. İskender Dilek, oteli yenilerken Çeşme Ilıca’ya yeni bir konsept kazandırmayı hedefliyordu. Dilek, otelin oda sayısını düşürüp, kongre merkezini de rezidans ve villaya dönüştürdü. 50 milyon Euro’luk yeni bir yatırımı hayata geçirmişti.
YORUMLAR