Murat YANKI

    Murat YANKI


    İSTANBUL’A BİZANS VE OSMANLI MÜZESİ

    08 Temmuz 2019 - 14:55

    30 yılı aşan turist rehberliği deneyimime dayanarak şunu iddia edebilirim: İstanbul bir müze fakiri kenttir. Hem niceliksel hem de niteliksel bakımdan.

    Saymaya çalışın bakalım, kaç müze var şehirde. Yazının konusu müzelerin sayısı olmadığından birer birer saymayacağım. Niteliksel bakımdan ise durumun daha vahim olduğunu düşünmekteyim.

    Zira elimizdeki başlıca müzelere baktığımızda saraydan bozma bir Topkapı Müzesi, sanat akademisinden bozma bir arkeoloji müzesi (burada özellikle Arkeoloji Müzeleri’nin Eski Şark Eserleri Bölümünü kastediyorum), vergi dairesinden bozma bir Deniz Müzesi, kışladan ve harp okulundan bozma bir askeri müzeye sahibiz ne yazık ki.

    Örnekleri çoğaltabiliriz ancak bunu yapmayacağım. Koskoca İstanbul’un bir Kent Müzesi’ne sahip olmaması da işin cabası.

    Gelelim konumuza.

    İstanbul, Roma İmparatorluğu’na tamı tamına 1123 yıl 18 gün başkentlik yapmış bir kent. Başta birleşik Roma iken devlet sonrasında ikiye bölünmüş ve bizim Bizans olarak adlandırdığımız İstanbul Doğu Roma İmparatorluğu'nun başkenti olarak varlığını sürdürmüş. Bu ayrım da 395 yılında gerçekleşmiş. Bu da kentin Osmanlı tarafından fetih yılı olan 1453’e dek 1000 yıldan fazla süre yapar.

    Dünyada bir devlete, aynı devlete 1000 yıldan fazla başkentlik yapmış başka bir kent de yok bildiğim kadarıyla. Zaten 1000 yıl sürmüş imparatorluk da pek yok. Ve bu imparatorluğun başkentinde ona ait bir müze bulunmuyor.

    Nasıl? Bravo bize değil mi? Oysa ki Osmanlı dahi kendini Bizans’ın devamı olarak görmüş ve bu büyük medeniyeti her yönüyle örnek almış. Avrupa’nın biraz da küçümsemek amacıyla Bizans ismini verdiği Doğu Roma İmparatorluğu’nun mirasını tescilleyecek bir müze ancak ve ancak İstanbul’a yakışır ve kültürel açıdan Türkiye’nin dünyada çok büyük bir kozu olur kuşkusuz.

    Gelelim Osmanlı Müzesi’ne. Mesleğim icabı Topkapı Sarayı’nı her yıl en az 50 kez olmak kaydıyla 1500 kezden fazla gezdirdim. Her defasında da bu yapının müze olmaya son derece uygunsuz olduğu yönündeki inancımı pekiştirdim.

    Hatta o kadar ki Topkapı Sarayı’nın dünya sarayları arasında müze olma amacına en az uygun yapı topluluklarından bir olduğunu hep düşündüm.

    Bu arada şunu belirtmeliyim ki söz konusu yapı grubunun, Cumhuriyet’in kurulmasından sadece birkaç ay sonra, henüz 1924 yılı başlarında, Cumhuriyet’in ilk müzesi olarak açılmış olmasını başta Mustafa Kemal Atatürk ve kurucu kadronun dahiyane bir fikri olarak değerlendirmekteyim.

    O zamanın zor koşullarında, karşı çıktıkları ve köhne buldukları, hatta neredeyse Kurtuluş Savaşı’nda karşılarına adeta düşman gibi aldıkları devletin mirasına sahip çıkmak ve bunu hemen gerçekleştirmek müthiş bir fikir.

    Mukaddes emanetleri yüzlerce yıldır oldukları konumda, dünyanın üç büyük Çin ve Japon porseleni koleksiyonlarından bir olan koleksiyonu amacına uygun şekilde mutfaklarda sergilemek harika bir fikir ama bu yapı topluluğu müze olmaya hiç mi hiç uygun değil.

    Osmanlı’nın geçmişini anlatamıyor Topkapı sarayı. Yalnızca bir imparatorluğun biraz da içine ihtişam kaçmış tevazusunu göstermekle yetiniyor. Ne onu gezen öğrenciler için, ne de Osmanlı tarihini öğrenmek isteyen turistler için hiçbir şekilde iyi bir müze olamıyor bu yapı grubu. Onun korunması konusundaki pek çok zorluk da cabası.

    Bu durumda bize Bizans Müzesi’nden sonra son derece modern bir Osmanlı Müzesi gerekiyor. Tüm teknolojik yeniliklerin de var olduğu, öğretici ve gururlandırıcı bir müze.

    Hatta iki müze binasının yan yana, birinden diğerine geçişli olması, ziyaretçinin tarihsel sırayı ve sürekliliği de anlayabilmesi için Bizans Müzesi’nden geziye başlayıp oradan Osmanlı Müzesi’ne geçmesi şeklinde bir fiziksel yapılanma gerekiyor.

    Peki nereye inşa etmeli bu iki müzeyi. Aklımda bir yer var. Evet, bildiniz Atatürk Havalimanı’nın olduğu yere. Bahçelerle birlikte müze binalarını da, söz konusu medeniyetlerin sanatsal özelliklerine uygun şekilde inşa ederek.

    YORUMLAR

    • 0 Yorum