• Reklam
Emin YEĞİNBOY

Emin YEĞİNBOY


ÖNCE TUTKU, SONRA AKIL

30 Mayıs 2019 - 13:10

Deli ve Dahi-The Professor and The Madman

Yönetmen : Farhad Safinia.

Oyuncular : Mel Gibson, Sean Penn, Natalie Dormar, Steve Coogan.

 

“Deli ve Dahi” vizyona gireli bir hayli oldu, yorumum biraz gecikti. Gecikmeli keşfettiğim bir cevher oldu. Tutkulu, bir o kadarda, sıra dışı iki insanın yaşamını, birinci sınıf oyunculuklarla anlatıyor. Dünyanın en kapsamlı yayımlarından Oxford İngilizce Sözlüğünün ortaya çıkış sürecini anlatırken, yazarlarının saplantıya dönüşen yaşam mücadelelerine ruhumuza işleyen bir sinema diliyle tanıklık ediyoruz. Sözlüğün diğer dillerdeki sözlüklerden farkı sokak argolarından, labcoat jargonuna kadar her kelimeyi içermesi. Eğer bir kelime, İngilizce konuşulan bir yerde hayata geçmişse, sözlükte yerini almaktadır. Bu nedenle sürekli yenilenmesi gereken, yaşayan, nefes alan bir eserdir.

1857’de ilk şekillendirme çalışmaları başladığında halktan konuştukları kelimeler için açıklamalı mektuplar istenir. Gelen binlerce mektup arasında bir tanesinden, hazırlanmış 10 bin kelime çıkar. Ve mektup bir akıl hastanesinden gönderilmiştir.   

Öykünün iki ana karakterinden Dr. Murray (Mel Gibson) tam bir dil uzmanıdır. Bildiği, konuştuğu dillerin sayısı konusunda bir sıralama yapmanın zor olduğu, kendi kendisini yetiştirmiş otodidaktik bir adam. Her kelimenin etimolojisinin peşinden koşan bir bilgi avcısı. Tutkun ve zeki. Üstelik akademisyen bile değil. Dr.William Chestor Minor (Sean Penn) Amerikalı, cerrahi uzmanı bir doktor. Ağır sanrıların içinde yaşamı karanlığa gömülmüş bir paranoyak şizofren. Peşinde kendisini takip eden adam sanrısıyla, George Merrett adında masum bir adamı sokakta tabancayla öldürür. Mahkeme kararıyla, Londra’da Broadmoor Akıl Hastanesi’ne kapatılır. Hastaneden yaptığı katkılarla sözlüğün hayata geçmesinde, Murray’nin en büyük yardımcısı olur. Murray sözlüğün yazılması kadar kendisini kıskanan, engeller çıkarmaya çabalayan akademisyenlerle de yaptığı mücadelelerden yorulur.

İngiliz dönem filmlerinin ağır, kasvet dolu atmosferine karşın, canlı bir anlatım akıp gidiyor. Arnavut taşlı sokaklar, atlı arabalar, silindir şapkalar, ağır giysiler tabi ki dönemin olmazsa olmazları. Murray’nin Minor’un dehasuna duyduğu hayranlık, onu hastaneden kurtarma çabası öyküde ön planda işlenmiş.

Her iki adamın arkasında duran kadınlar ise olayların kırılma noktalarında önemli roller üstleniyor. Murray’in eşi Ada (Jennifer Ehle) ve Minor’un kurbanının dul eşi Elisa (Natalie Dormar) öykünün iyi işlenmiş, hassas kimlikleri. Ada’nın akademisyen kurula yaptığı, Elisa’nın ise mahkemede konuşması etkileyici anlar olarak akılda kalıyor.  

Oxford’un kibirli akademisyenleri, Dr.Brayne’nin (Stephen Dillane) hastaya zarar veren, şizofreni tedavisini bağnazca müdafaa etmesi gibi İngiliz ukalalıkları dönemin gerçeklerini gösteriyor.

Sean Penn adanmış, çılgın bir performans gösterdiği Dr.Minor karakterine karşın, Gibson Murray’de olgun ve minimal bir oyunculuk gösterisi yapıyor. Kadın oyuncular Dormar ve Ehle, gardiyan Muncie’de yılların yan karakter oyuncusu Eddie Marsan çok iyiler. 

Murray karakterini oynayan Mel Gibson’ın uzun yıllara dayanan bu projesinin yapımcı firma Voltage ile giriştiği hukuk mücadelesi filmin önüne geçmiş durumda. Film, Gibson’ın 1998’de haklarını satın aldığı Simon Winchester’in “The Surgeon Of Crowthorne” romanından uyarlanmış. Gibson çekimler bittikten sonra 2017’de Oxford’ta ek çekimler yapmak ister. Şirket yüksek maliyet sebebiyle izin vermez. Gibson bu kez filmin gösterimini engellemek için mahkemeye gider.  

Gibson’ın “Apokalypto” filminin senaryosunu yazmış olan İran asıllı Farhad Safinia’nın, PB Shemran mahlası ile, yönetmen ve senarist olarak çalıştığı film, dönemi ve karakterleri güzel yansıtıyor. Dış basında eleştirmenlerin filmi eksik ve yetersiz bulması Gibson’ı haklı çıkartabilir. Benim açımdan ilgiye değer bir film.

YORUMLAR

  • 0 Yorum