Haberlerin dili çok kısa zamanda herkesin dili oluveriyor. Medya çağının insanı olmak
böyle bir şey. Kendi halinizde, koltuğunuzda, çok da dikkat etmiyor gibi üst üste
seyrettiğiniz iki haber bülteni, size bir dil armağan ediyor. Koltuğunuzdan kalktığınızda
artık o dilden konuşmaya başlıyorsunuz: “Bu yaşlılar da eve girmiyorlar canım.” Hatta
kükrüyorsunuz: “Bu yaşlılara ne yapmak lazım, bilmiyorum!”
O haber özelinde, kameranın gör dediklerine baktığımızda tespitin doğru olduğunu
söyleyebiliriz. En azından ‘yanlışlanabilir’ değil. Ancak gerçeği yansıtmıyor. Gerçeğin
sadece bir yüzü ve küçük bir parçası. “Yaşlılar eve girmiyorlar.” gibi en genişinden bir
cümle kurabilmek için daha çok kamera, çok görüntü, çok istatistik gerekiyor. Haberi
yapan gençlerin bunlarla uğraşacak zaman yok!
Kamera ve mikrofon gençlerin elinde, haber editörleri de yaşlı olmadıklarına göre bu
haberlerin önünü almak mümkün değil. Yaşlılar sosyal medyaya da sosyal mesafede
durduklarına göre, cevap hakları hep saklı kalacak demektir.
Kamerasını alıp şehrin en bilindik meydanına inen muhabir, oradan bir haber çıkartmak
zorundadır. En kolay ve hızlı kaynak ise ‘sokaktaki yaşlılar’dır! Üstelik Azerbaycan ve
Türkiye dışında hiçbir ülkede olmayan 65 yaş üzeri için konulmuş sokağa çıkma yasağı
varken tam isabetli bir konudur. Çekimler tamamlanır. Kurgu aşamasına gelindiğinde,
yani bülteni hazırlarken dile yüklenmek zaten adettendir.
İstanbul’da bir pastanede tüp patladığında ve o sokağı uyandırdığında, “İstanbul bu
sabah güne patlamalarla uyandı.” denildiği gibi burada da haberin dili iyice sivriltilir:
“Hiçbir güç, yaşlıları evlerinde tutamıyor!”
Bu gerçek yakalandığına göre, etrafı uygun biçimde örülerek başka tespitler de
yapılabilir. Sondan başa doğru gidilerek yaşlılar suçlanabilir, virüsü oradan oraya
taşıyanlar olarak onlar gösterilebilir. Fatura artık onların önündedir, potansiyel suçlular
onlardır.
Muhtemelen ilk açıklama yapan uzmanlardan biri, yaşlıların daha çok etkileneceğini
anlatmaya çalışırken, 65 yaşı bir sınır çizgisi olarak belirleyiverdi. Konuyu açma, izahı
somutlama çabasının bir aracı idi. Kural koyma aşamasındaki otorite gibi davrandı ve
sıkı bir çerçeve çizmek, sınırları sağlam tutmak istedi. Ve bir kere telaffuz edildikten
sonra “65 yaş ve üzerinde hastalık daha ağır seyrediyor.” sözü hep tekrar edilir oldu.
Önce dile takıldı, sonrasında keskinleşti. Gelinen noktada öyle bir hal aldı ki; sanırsınız
virüsün yaşı 66 olanı, 66 olandan ayırt etme yeteneği var!
Bilimsel gerçeğin doğrusu ve zahmet edilip kurulacak uzun cümlesi şu: “Yaşınız ne kadar
ileriyse, virüsten etkilenme ihtimaliniz o kadar yüksek.” Bunun sebebi de vücut
direncinin yaş ilerledikçe zayıflıyor olması.
Yoksa sağlık konusunda, emeklilik yaşını belirler gibi, otobüs kartı verme kararındaki
gibi 65 yaş kriteri getirilmesi sakıncalı. Bu dile getirilmiyor da değil. Ancak +65 dile
yerleşti bir kere.
+65 yaşın bu kadar yaygın kullanılmaması, haberin, yasağın, konuşmanın konusu
yapılmaması gerekiyor. Yaşlılar açısından baktığınızda en azından yakışıksız bir dil.
Gençler tarafından bakıldığında ise ‘onlar için hiç tehlike yokmuş’ algısı üretiyor.
Üstüne üstlük yaşlılık konusu, çok tartışmalı. Aydın Boysan 97 yaşında vefat etti. 90’lı
yaşlarını sürerken, kendisinden 10-15 yaş küçük olan 80’lerindeki arkadaşlarına
“gençliğinizin kıymetini bilin!” diye takılmadan edemezmiş.
Günümüzde ‘yaşlanmayı öteleme ürünleri ve çabaları’ başlı başına bir sektör. Kimse
yaşlanmak istemiyor. Herkes ‘uzun yaşayalım, ama yaşlanmayalım, ille de öleceksek;
yaşlanmadan ölelim.’ derdinde.
Yaşlılar evlerine girmiyorlarmış. Kim bu yaşlılar? Doğrusu; çok ‘genç’ bir yalan. Kimse
kişisel gözlemleriyle ya da kameranın şahitliğiyle cevap vermeye kalkmasın. Onlarla bir
yere varılmaz.
Neden girmesinler?! Bu toplumun en isyankar kesimi, en kural dinlemeyenleri yaşlılar
mı? Peki gençler eve giriyorlar mı? Giriyorlarsa, yaşlılara sokaklarda bu densizlikleri
yapanlar kimler?
YORUMLAR