Atakan’ı medyanın, daha çok da sosyal medyanın uçsuz bucaksız sahnesine düşen 10
yaşındaki ‘vakitsiz bilge’ olarak tanıdık. Bir kitapçının, felsefe reyonunda keşfedildi.
Kendisiyle ilgilenen yetişkine, Jean-Jacques Rousseau'nun ‘Toplum Sözleşmesi’ni
okuduğunu söyleyince ve devamını getirince birden ilgi odağı oldu.
Selfie, fotoğraf ya da video çekmek, paylaşmak, tık almak, tivit atmak, retivit yapmak,
beğenmek merkezli bir toplum olduğumuz Atakan örneğinde de ortaya çıktı.
Faaliyetlerimiz piramidinin en tepesinde sosyal medyacılığımızın olduğunu bir kez daha
ispatladık.
Atakan’ın videosu yoğun biçimde paylaşıldı, beğenildi ve yorumlandı. Atakan gündem
oldu ve filozofluğa terfi etti. ‘Çocuk filozof’ ya da ‘filozof çocuk’… hangisi olduğuna karar
verilemese de rekor bir hızla popülerliğin zirvesine kadar çıktı. Masumiyetinin en
azından bir parçasını orada bırakarak, çıkışındakinden başka bir kimlikle tekrar aşağıya
indi.
Çıkarken dâhiydi, inerken çevresine hükmetmeye çalışan bir canavar… Çıkarken
büyümüş de küçülmüş ‘özel’ biriydi. İnerken yetişkinlikle çocukluğun arasındaki derin
uçuruma yuvarlanmış ‘kayıp’ biri…
Bir açıdan bakıldığında şöhret sahibi olmuştu. Diğer açıdan bakıldığında ise hırpalanmış,
didiklenmiş, dört bir yandan çekiştirilmiş, kısacası tüketilmişti.
Çocuklar Atakan’ı kendilerinden saymayacaklar. Çünkü her nasılsa ‘çocukluk’ alanından
çıkmış bir zihin yapısı var. Yetişkinler topluluğu da Atakan’ı içlerine alacak değiller.
Çünkü söyledikleri onları fazlasıyla tedirgin ediyor.
Atakan’ı en çok medya ve sosyal medya sevdi. Farklıydı, ilginçti, şaşırtıcıydı, az rastlanır
biriydi. Medyanın gününü, hatta birkaç gününü doldurup renklendirebilirdi. Üzerinde
konuşulabilecek, ‘tık’ alabilecek, reyting getirebilecek iyi bir haber konusuydu.
Videosu ‘kitap okumaya farkındalık oluşturmak’ gibi iyi niyetli bir amaçla çekilmişti.
Sonraki paylaşımları ve beğenileri, yorumları hatta sivri dilli eleştirileri sorgulasak,
onların altından da hep aynı iyi niyet çıkacaktır.
Ancak günün sonunda, Atakan’ın videosu ve devamında gelenlerin, söz konusu hiçbir
amaca hizmet etmediği anlaşıldı. Yaşına bakılarak çocuk mu, söylediklerine bakarak
filozof mu olduğu birbirine karıştı. Yoksa ikisi de yarım mıydı? İki yarım bir bütün eder
miydi? Mikrofonlara alışan, kameralara konuşmayı seven haliyle Atakan, daha çok
magazin malzemesi oldu.
Ve bazı anne babaların “Bizim çocuğumuz da televizyona çıkar mı acaba?” diyerek
fazladan heveslenmesine sebep oldu. Onlar da çocuklarında olağanüstü yetenekler
aramaya başladılar.
Ve en kalıcı etki Atakan’ın kendisine oldu. Şimdi medyatik olmadan önceki hayatına yani,
çocukluğun olağanüstü algılara açık dönemine geri dönebilecek mi? Kısa gibi görünse de
zorlu bir yol kendisini bekliyor. Nasıl yürüyeceği konusunda profesyonel destek alsa da
dönememe ihtimali, daha doğrusu tehlikesi de var.
İlk günden bu yana Atakan üzerinden kendimizi gördük aslında. Farkına varalım ya da
varmayalım, kendimizle yüzleştik. Kitap okuma, okuduğunu anlama, anladığını anlatma,
yetenek, akıl, fikir, yorum, farklılık, özel olma hali gibi konularda ne kadar da eksik ve
güvensiz olduğumuz ortaya çıktı. Belki de bir kez daha bu gerçeklerle yüzleştik.
Çocuk olarak Atakan’ın hakları olduğunu, onu bir birey olarak kabul etmek gerektiğini
unuttuk. Kendimizle çeliştik. Önce övdük, sonra yüklendik. Önce ilgiye boğduk, sonra
unuttuk. Daha önemlisi de Atakan’ın en temel tanımlayıcısı olan yaşını unuttuk.
Sağduyulu ve soğukkanlı yaklaşmayı başaramadık.
Umarız topluca sorumlusu olduğumuz hatalar son bulur. Atakan, ona yardım edenlerle
el ele vererek, şöhretli olmasıyla hayatında açılan parantezi kapatmayı becerebilir ve
çocukluğunun tatlı yıllarını ve kendi özel gelişimini yaşamayı sessizce sürdürür.
YORUMLAR