DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan az gitti, uz gitti, dere tepe düz gitti, altı ay bir güz gitti, bir de arkasına dönüp baktı ki, ne görsün? Bir arpa boyu yol gitmemiş.
Oysa kendi adıyla, kendi partisiyle siyasete başlamasını izah etmek üzere, gerekli bütün açıklamaları yaptığını, bütün sorulara cevap verdiğini düşünüyordu. Bu etabı geçtiğini kabul ediyor, artık siyasetin daha ileri derslerine çalışıyordu. Önce içerden, altılı masadan, sonra dışardan, birincilikle bitirdiği okulu ODTÜ’den bir ses yükseldi. Anlaşıldı ki; o eşiği henüz aşamamış.
İlki soğuk duş etkisi yaptı. DP Genel Başkanı Gültekin Uysal, Cumhurbaşkanı adayı ile ilgili beklentinin üç ölçüsünü yazılı olarak kamuoyu ile paylaştı. Birinci maddesi doğrudan Babacan’ı (ve tabii Davutoğlu’nu) ilgilendiriyordu: ‘20 yıllık AKP döneminde sorumluluğa ortak olmamış olmak’. Üstelik Uysal bu beklenmedik çıkışını altılı heyetin bir sonraki toplantısına ev sahipliği yapmasının hemen öncesine denk getirmişti. Dolayısıyla, bu beyan biraz daha önem kazandı.
ODTÜ’den gelen sert protesto ise Babacan’ı yarı yoldan döndürdü. O gün ODTÜ’de bir etkinlikte konuşacaktı. Öğrenciler el ilanlarıyla, afişlerle, pankartlarla itiraz ettiler, “Babacan gençliğe umut olamaz” sloganları attılar. Toplantı iptal edildi. ODTÜ Forum bir duyuru yayınladı: “Yaptığı 13 yıl bakanlık, 18 yıl vekillik döneminde AKP yıkımının, özelleştirmelerin, neoliberal politikaların yürütücüsü Ali Babacan’ın ODTÜ’de gerçekleştirmeyi planladığı öğrenci buluşması ODTÜ öğrencileri tarafından engellendi”.
Birbirinden farklıymış gibi görünen bu iki olay, aslında tek kabul edilebilir. Bir paranın iki ayrı yüzüne bakıyor gibiyiz.
Babacan, kapalı kapılar ardındaki toplantılarda kendisini, ‘siyasetin sıfır kilometre aktörü’ olarak tanıtıyor olabilir. Hazır bulunan herkesi buna ikna ediyor da olabilir. Ancak görüldü ki; açık alana çıkıldığında durum değişiyor.
Hele bir siyasetin peşrev aşaması geçilsin de bütün aktörler sahneye çıksınlar! O zaman bu fotoğraf daha da netleşecektir.
Babacan bir köy meydanında konuşurken, arka sıralardan biri, yarı soru yarı hariçten gazel tadında seslenecektir: “Ali bey, Ali bey, düne kadar neredeydin?”
Bir kasaba çarşısını ziyarette “hayırlı işler” dediği bir esnafın, “partinden ayrılmak için İstanbul seçiminin kaybedilmesini mi bekledin! Sana da hayırlı işler” diye karşılık vermesi kimseyi şaşırtmayacaktır.
Bir kahvede selam verdiği biri, oynadığı kağıt oyunundan başını kaldırmadan “Sergen Yalçın dört büyük takımda da oynadı, ancak taraftarın gözünde hâlâ ‘Beşiktaşlı Sergen’ diyecek, mesaj anlaşılacaktır.
Babacan Gültekin Uysal’ın Cumhurbaşkanı adaylığı denkleminde kendisini dışarda bırakan formülüne henüz tepki vermedi. Onu soğuması için bir kenara koymuş olabilir.
ODTÜ’lü gençlere, sosyal medyada bir sohbet odasına katılarak seslendi. Her şeyi konuşmaya hazır olduğunu, talihsiz bir kelime tercihi ile komünist gençlere ‘açık çek’ vermeyi teklif ederek anlattı. “Kendi okulumuz. Başka bir zaman nasıl olsa uğrarız, fotoğraflarımızı çektiririz" dedi. Bir fotoğrafla durumu düzeltmeyi umduğu ortaya çıktı.
Keşke siyaset bir fotoğraf olsa! Keşke bir fotoğraf albümü ile yapılabilse!
Siyasal iletişim teorilerinde, siyaset süreçlerinin süslü isimleri var. Ben ortadan bir yerden anlatayım. Siyaset, halkla birlikte harman olunan bir akış. Siyasette bir yola çıkıyor, selam verip selam alarak ‘elde demir asa, ayakta demir çarık’ yürüyorsunuz. Hikayeniz o yolda kendiliğinden yazılıyor. Yolculuğunuz boyunca yaptıklarınızın, söylediklerinizin, hatalarınızın, sevaplarınızın her biri bir desen olarak yerine yerleşiyor ve seçmen gözündeki portreniz tamamlanıyor.
Attığınız adımlar size ya bir kaide veriyor da onun üzerine çıkıp seçmene sesinizi duyuyorsunuz. Ya da ayak bağınız oluyor da bir arpa boyu yol alamıyorsunuz. Başka partinin listesine yedek yazılma taktiklerine, yüzdelik, bindelik hesaplarına takılıp kalıyorsunuz.
YORUMLAR