Corona günlerinde siyasal hayatımıza yeni bir parti katıldı. Demokrasi ve Atılım Partisi,
kısaca; DEVA. Kuruluşlarını o kadar çok geciktirmişlerdi ki; artık haklarında fıkralar
üretilmeye başlanmıştı. Bir kez daha erteleyemediler. Gündemin olağanüstü yüksek ve
yoğun olmasına aldırmaksızın kuruluşlarını gerçekleştirdiler. Kısmetlerine virüs
tartışmalarından geriye kalan dar zamanlarda konuşulmak düştü.
Sahneye çıkmaları ile birlikte, kuruluş sürecinde ekiplerinden ne çok ayrılanın olduğu
belli oldu. Daha doğrusu dedikodular somutlaştı. Dolayısıyla analizler, parti
programından çok, siyasi magazin sayılabilecek bir alana kaydı. Ekipte olanlardan çok,
olmayanlar konuşulmaya başlandı.
Partinin 90 kişilik kurucular kurulunda Türkiye’deki her eğilim kapsanmaya çalışılmış.
Hatta bu özelliği için, çok gerilere gidip, ‘2020 model Anavatan Partisi’ yakıştırması
yapanlar bile oldu.
Kurulda kamuoyunun tanımadığı isimler çoğunlukta. Oysa siyasi yelpazenin bu kadar
sıkışık olduğu, yeni bir parti ihtiyacının doğal yollarla açık seçik ortaya çıkmadığı bir
dönemde, daha tanınır ve bilinir isimlerin olması beklenirdi. Kendi alanında ilerlemiş,
başarılar kazanmış olarak, kimlerin bu partiyi umut bağlamaya değer bulduğunu,
kimlerin fedakarlık yaparak yola düştüğünü görmüş olurduk.
132 sayfalık programından benim aklımda iki konu kaldı. ‘Parlamenter sisteme dönüş’
vaadi ile “Türkiye’nin ihtiyacı olan dış krediyi biz buluruz” iddiası. Ve bu iddiaya bağlı
olarak Türkiye’yi hukuk, insan hakları, demokrasi ve özgürlükler alanında, dış dünyanın
güven duyacağı bir seviyeye getirme hedefi. Onun dışındakiler, genel olarak
söylenebilen ve zaten söylenen sözler.
Parti programında hangi kavramın kaç kez kullanıldığına bakarak DEVA’nın siyasi
karakterini ortaya çıkarmayı deneyebiliriz. Partinin ismindeki ‘demokrasi’ program
metninde 75 kez geçiyor. İsminde vurgulanan ikinci anahtar kavram olan ‘atılım’ ise hiç
yok! Hukuk 109, yerellik 69, adalet 62, sivil toplum 52, özgürlük 43, insan hakları 21 ve
barış 19 kez tekrarlanmış. Hepsi ayrı ayrı yoruma açık!
Siyaseten bugün gelinen noktanın analizine biraz geriden başlarsak; Seçmen 7 Haziran
2015 seçiminden, son İstanbul seçimine kadar, sandığa her gittiğinde, birbirine
benzeyen ya da benzemeyen ancak hepsi manidar olan mesajlar verdi. O mesajları üst
üste koyduğumuzda, bir büyük fotoğraf çıkıyor karşımıza. Daha çok AK Parti tabanı ve
daha geniş olan etki alanı açısından, siyaset bir ‘arayış zemini’nde. Arayışın açılımı için
ister “eski günleri aramak” deyin. Başka bir deyişle: bulunmuşken kaybedileni arayış.
‘Daha dün buradaydı’ diyerek, taşları döşenmiş ve denenmiş bir yolu arayış.
İster doğrudan “yeniyi arayış” deyin. Ya da ‘yeni’lerin yeniliklerini sorgulayış! Evet
sorgulayış… Çünkü yeni olmak için ‘yeni tarihli’ olmak yetmiyor. Yenilerin, yeni olmanın
hakkını verip vermediğine bakmak gerekiyor.
Yeni parti(ler) için, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yorumu şöyleydi: “Dikkat ederseniz yeni
diye ortaya sürülen her sözde oluşum, sadece AK Parti’ye olan ihtiyacı teyit ediyor, onun
ötesinde bir işe yaramıyor.”
Hani popüler bir şiir vardı. Ya da ‘şarkı sözü’ diyelim: “Ben senin beni sevebilme
ihtimalini sevdim.” Bu kalıbı bozmadan siyasetin arayış zeminini açıklamaya çalışalım.
Eskiler için: “Ben senin yenilenebilme ihtimalini sevdim.” Yeniler için: “Ben senin umut
verebilme ihtimalini sevdim.”
Özetle; bu süreçler ve doğumlar AK Parti için de bir fırsat demek. Yenilenmek,
tazelenmek, toparlanmak üzere eski dönemlerin iklimine geri dönme fırsatı.
Erdoğan yukarıda andığımız tespitinin ardından bir de hatırlatma yapmıştı: “Ülkeye ve
millete hizmet etmek için yürünen yol uzundur, meşakkatlidir, dirayet ve sabır
gerektirir.”
Bu uyarı, eskiler ve yeniler ayrımı yapmaksızın bütün partiler için geçerli. Yürüyüşünü
yeni başlatanlar ve halen yürümekte olanlar için.
YORUMLAR