CHP ya da Millet ittifakı hep aynı soruların etrafında dönüyor. Hâttâ tek bir sorunun:
“Nasıl olur da getirdiğinden fazlasını götürmesine izin vermeden, HDP seçmeninin oyunu Millet İttifakının hanesine yazdırabiliriz?”
Fazlasıyla yapısal olduğu belli olan bu düğüm çözülebilir gibi durmuyor. Çünkü HDP’yle de, HDP’siz de olmuyor.
Kılıçdaroğlu CHP’nin az konuştuğu, hep çekingen davrandığı bu alanda konuşarak bir çıkış yolu bulmayı denedi: “Siyaset kurumunun 35-40 yıldır çözemediği bir Kürt sorunu var. Erdoğan, devleti İmralı’daki meşru olmayan bir aktörle muhatap etti. Meşru organ olarak HDP kabul edilebilir.”
Demek istiyor ki;
“Siz İmralı’yı bile muhatap almışken, bizim mecliste grubu bulunan parti olarak HDP’yi muhatap almanın zeminini yoklamamızın sorun edilmemesi gerekiyor.”
Demek istiyor ki;
“Bizi HDP’yle köşeye sıkıştıramazsınız. Biz bu imkanı kullanmak zorundayız. Zaten seçim iddiamız da buna bağlı.”
Kılıçdaroğlu’nun amacının polemik yapmak olmadığını söyleyebiliriz. Böyle diyerek başlatacağı diyalogla bir miktar yol alınabileceğini hesaplamıştı. Beklediği cevaplar gelirse, elini biraz daha yükseltebilir, kontrollü adımlarla, yani iyi kurgulanmış sözlerle ittifakın meşruiyet alanını biraz genişletebilirdi.
Ancak henüz ilk verilen cevapta söz ekseninden çıktı. HDP’nin soldan gelen milletvekili Sezai Temelli konuşulanların perdesini bir hamlede kaldırdı. Çözümün adresinin ve asıl muhatabının İmralı olduğunu yazarak Kılıçdaroğlu’nu açıkta bıraktı.
Kılıçdaroğlu buna karşılık “yahu HDP dediğimizde, ipleri PKK’da bir yapı olduğunu biz de biliyoruz. İzin ver de perdenin önünde biraz oyun oynayalım!” diyemedi.
Zaten HDP içinden de ‘ismini açıklamak istemeyen’ birilerinden sert itirazlar geldi. “Temelli HDP’yi hiçleştiriyor!” dediler. “Sözleri kendisini bağlar” dediler. “Bu yaklaşım HDP’nin varlık zeminini ortadan kaldırıyor” bile dediler.
Çok geçmeden Sezai Temelli söylediklerinin kişisel görüşü olduğunu açıkladı. Ancak söz dolaşıma girmişti bir kere, siyaset arenasını bir tur dolaşmadan sahneyi terk etmezdi.
Muhatap olup olmama, meşruluk gayri meşruluk, muteber olup olmama kategorileri birer birer yoklandı ve başa dönüldü. Kürt sorununu toptan inkar etmekle, PKK ile bağlantıyı söz kalabalığı içinde kaybetmek arasında seyreden yerleşik konumlar öne çıkarıldı.
Kılıçdaroğlu, “bizim için bu konuda tek adres var o da TBMM’dir. İmralı da Kandil de muhatabımız değildir” diyerek söylediklerini temize çekti.
CHP’li yöneticiler ve İyi Partililer hep bir ağızdan “çözümün zemini elbette meclistir” diyerek aynı çizgiyi sürdürdüler. “Ee bunu zaten biliyorduk” diyenlere inat, ısrarla tekrar etmeye devam ediyorlar.
Böylece bu süreçteki tek yeni söz, daha doğrusu tek cesur söz olan “çözümün adresi ve asıl muhatabı İmralı’dır”ı boğuncaya kadar da vazgeçmeyecekleri anlaşılıyor.
HDP’liler de sözlerini genele yayarak aynı sonuca ulaşmaya çalışıyorlar. “HDP sadece Kürt sorununu değil, ülkenin bütün sorunlarını çözmeye adaydır” diyerek başladılar. “HDP irade sahibi siyasi bir aktördür” diyerek devam ettiler.
Ancak sözlerinin arasına “hiçbir aktör göz ardı edilemez” diyerek denkleme İmralı’yı daha profesyonelce sokmayı da ihmal etmediler. Kısacası Temelli’nin söylediğinin gerisine düşmeyi göze alamadılar.
Kim bilir kaçıncı deneme? Kim bilir kaçıncı umutlanma? Yolu kapatan kayanın ne üzerinden aşılabiliyor, ne etrafından dolaşılabiliyor!
Yerel seçimlerde bir defa çalışan ve iş gören makine, yani ‘ittifak modeli’ tekrar çalışır mı?
Millet ittifakının sorunu/sorusu bu. Uçak motoru yerde denendi. Peki havada çalışıp menzile varır mı?
Mevcut ya da muhtemel ittifak ortakları arasında bile konuşmaya başlanamıyorken nasıl olacak?
Bakalım HDP’nin 27 Eylül’de açıklayacağı ‘Tutum Belgesi’nde ne göreceğiz?
YORUMLAR