“Eve dön” çağrısını duyunca, dilim kendiliğinden devamını “eve dön, şarkıya dön, kalbine dön” diyerek getirdi. Oysa siyaset cephesinden gelmişti çağrı ve ittifaklar arası çekişmenin konjonktürel bir manevrası olarak yorumlanmıştı. Açıkçası; şiirdeki çağrıya epey uzak görünüyordu. Ne yapalım ki; söz böyle işte. Bir kere söylenmeyegörsün, hep söylendiği yerde kalmıyor. O ilk yuvasından havalanıyor, dilden dile dolaşıyor, yeni mekanlar buluyor kendisine. Sonra oralardan da çıkıyor, menziller kat ediyor, gittiği yerlerden yeni renkler, kokular ediniyor ve aniden, bambaşka bir yerde ortaya çıkıveriyor. İlk söylendiği yerdeki anlamı saklı kalsa da yeni bir çağrışımla karşımıza dikiliveriyor. Söz böyle işte. Bazen hiç umulmadık bir yerden başlatıyor konuyu, bazen son noktayı koyuyor. Anlamı açtığı da oluyor, zorladığı, zorda bıraktığı, dengemizi bozduğu da. Kuşatıyor, kışkırtıyor, deşiyor…
Siyasetin gündelik arenasında sıcağı sıcağına cevap yetiştirildi “eve dön” çağrısına. ‘Ev’i hırpalamamaya özen gösterilerek ne getirip, ne götürdüğüne bakıldı.
Ancak öyle görünüyor ki; bu davet hemen gündemden düşmeyecek. Çünkü ses olarak derinden bir yerden geliyor. Anlam olarak çok kapsayan, çok kucaklayan bir yanı var. Durduran, susturan, düşündüren bir etkiye sahip.
‘Eve dön’ çağrısı ‘evlerimize dönelim’ biçiminde de yankılandı benim kulağımda. Zaman içinde o ya da bu sebeple, o yöne ya da bu yöne kımıldamışsak, kaymışsak ve dönüp baktığımızda evlerimiz yerli yerinde duruyorsa, neden dönmeyelim?
Belki de sözü siyasi liderler ya da parti yönetimleri üzerinden aşırtarak, doğrudan taraftarlara, gönüldaşlara, seçmenlere, hadi diyelim ‘herkese’ ulaşılmak istenmiştir. Kim bilir?
Çağrının seçimin olmadığı -tabir caizse- sulh zamanı söylenmiş olmasına da bakmak gerekmiyor mu? Akşam olmadan, hava kararmadan, yoldaki işaretler kaybolmadan söylenmiş olmasının da ayrıca değerlendirilmesi iyi olmaz mı?
Yoksa sandıkta ‘ev’ üzerinden hassasiyet belirtildiğinde, tercihte bulunulduğunda geç kalınmış değil midir? O zaman denmez mi; “Evden bu kadar uzaklaşmak için ne sebep vardı?”
Kendi evinden ayrılıp sadece iktidara yakın olacağı hesabıyla, kiralık bir eve taşınmak… O yakınlık da sadece görünür parametreler, oranlar, istatistikler ve oranlar açısından… Ve üstelik bir rüzgarla değişebilir!
O kiralık evin komşuları kimler? ‘Ev alma komşu al’ sözü ile emlak pazarlayanlar neden ilgilensinler? Bu sözü, evi yuvaya dönüştüreceklerin dikkate alması gerekmiyor mu?
Zaten evde kiralık mı, yoksa sahip olunarak mı oturulduğu da dışardan anlaşılan bir durum değil. Ancak evde oturanlar biliyorlar. Kirayı, yani orada oturmanın bedelini ödeme zamanı geldiğinde ayrım ortaya çıkıyor. Bu cümledeki anahtar kavramın ‘bedel’ olduğu da yeterince açık değil mi?
‘Ev’ kavramı her anlamda merkezi bir yer tutuyor ve zengin anlamlarla yüklü. Çağrının anlam çerçevesinin genişliğine bakıldığında, “siyasi magazin” diyerek savuşturulamayacak kadar esaslı bir yerden seslendiği anlaşılıyor olsa gerek.
Önümüzdeki günlerde ‘eve dön’ davetindeki ‘ev’in üst katlarına çıkılacak, penceresinden, bahçesinden, çatısından, bahçesinden yola çıkarak yeni siyasi ifadeler, seslenişler üretilecektir. İlgilenenler bunun hazırlığını yapıyor olmalı.
“Eve dön” çağrısını gündelik siyasetin üst katlarında ele almak da mümkün, hatta gerekli bence. Evi ve eve dönmeyi yeniden düşünmeli. Siyasi kadroların, kümeleşmelerin ve oyların menkullüğü ile evin gayri menkullüğünü yeniden tartışmalı.
Hatta siyasetin dışına çıkılarak konuşmak da çok ufuk açıcı olacaktır. Eve dönmek, başa dönmek, doğal ayrışmanın yaşandığı, safların kendiliğinden belirlendiği, herkesin sakinliğe erdiği yere dönmek…
Siyaseti de içine alan, ancak en geniş açıyı gözetmek üzere, o şiirden alıntı yaparak bitireyim. ‘Yabancı ellerde çitilenmekten korunmak için’ eve dönmekten başka çare yok. Evin çekim gücüne dayanılamaz. Günün sonunda eve dönülür.
YORUMLAR