Çok katmanlı, çok dallı budaklı bir göçmen sorunumuz var.
Bunu herkes kabul ediyor. Ancak sorunu konuşma biçimimiz, çözümün önündeki en büyük engel gibi görünüyor.
Son günlerde göçmenleri, Ümit Özdağ’ın sözleri üzerinden konuşur olduk. Burada bir parantez açayım: ‘göçmen’ terimini genel isimlendirme olduğu için kullanıyorum. Yoksa çoğunluğun resmi statüsünün ‘geçici koruma altındaki sığınmacı’ olduğunu biliyorum.
Ümit Özdağ, Batıda örnekleri çok olan türden bir siyasetçi. Hollanda’daki Özgürlük Partisi Başkanı Geert Wilders’e, Almanya’daki AfD Başkanı Jörg Meuthen’e, Fransa’daki Ulusal Birlik Partisi Başkanı Le Pen’e fena halde benziyor.
Üstelik hepsini geride bırakacak türden bir performansa sahip. Ne de olsa kendisi psikolojik harp uzmanı!
Önce Ayyıldız Hareketini başlattı, sonra yabancı düşmanlığının kurumsal yapısı olarak Zafer Partisi’ni kurdu.
Siyasi programı üç cümle: “Sığınmacıların geri dönüşü çözümlerin başlangıcıdır. Biz bütün sorunları, Suriyelileri ve diğerlerini geri yollayarak çözmeye başlayacağız. Suriyelileri ve diğer sığınmacıları, kaçakları geri yollayamayan bir Türkiye hiçbir sorununu çözemez.”
Özdağ bu temel iddiasının üzerine, -maalesef- hukuka ve akla dayalı bir siyaset inşa etmiyor. Siyaset pratiği tamamen taktiksel, kısa vadeli fayda planına dayalı ve yıkıcı.
Seçime doğru yol alırken, göçmen sorununu iyi bir ‘propaganda malzemesi’ olarak görüyor ve kimseye kaptırmak istemiyor. Siyaset sahnesinde, göçmenleri ülkelerine gönderme politikasının ‘patentini’ almış gibi geziniyor. Huzursuzluk çıkartmak bir yana, ülkeyi yangın yerine çevirmenin, çaputu ateşlenmiş molotof kokteyli gibi dolaşıyor.
Resmi açıklamaları ‘yok hükmünde’ sayıyor ve ortaya çıkan boşluğu kendi ulaştığı(!) rakamlarla dolduruyor. Ve kırk kere düşünerek, tartarak konuşması gereken bir konuda ağzına geleni söylüyor. Son bir yılda attığı tivitlerin yarıya yakınını yabancı düşmanlığına ayırmış. Konu göçmenler olunca, daha doğrusu konu insan olunca, her yeni günde gündem olmayı başarıyor. Herkese kabadayı, herkese şahin, herkese racon kesiyor. Hedef gösteriyor, korku pompalıyor, olumsuzlukları abartıyor, öfke ateşini körüklüyor, kışkırtıyor… ve bunları kâr hanesine yazıyor.
Onun için önemli olan; siyaseten var olmak, popülerleşmek ve büyümek. Toplumda yükselen dalganın üstüne çıkmak, o dalgayı daha da köpürterek taraftar toplamak…
Göçmenleri vatanlarına göndermeye çalışırken tahrip ettiği zeminin kendi vatanı olduğunu umursamıyor. Irkçılık eleştirilerine verdiği karşılık ise fazlasıyla tercüme kokuyor: “Bize yabancı düşmanı ve ırkçı diye saldıracaklar. Onlara bir tek şey söylüyoruz. Canınız cehenneme…”
Yakın zamanda, ucuz bir Soros taktiği ve takliti olarak “parasını ben verdim, çekilmesini ben istedim” dediği ‘Sessiz İstila’ adıyla bir videoyu dolaşıma sürdü. Orta okul müsameresi tadında, kaba mesajını bile işleyememiş, kötünün kötüsü bir prodüksiyon. Kısa film desen değil, belgesel desen o da değil.
Özdağ, tehlikeli yarların kıyısında dolaşıyor ve siyaseti oralara çekiyor. Kendisini popüler yapan hakaretseverliğini vatanseverlik olarak sunuyor. Bu konuda sosyal medyanın kimliksiz klavye kahramanlarını(!) geride bırakıyor. Sonuçta; izlediği politika ve kullandığı dil, göçmen sorununu konuşulamaz hale getiriyor. Oysa çok dikkatli olunması gereken bir alan ve şakaya gelir yanı yok.
Bütün sorunlar gibi; geriye doğru giderek anlasak da, ancak ileriye bakarak çözebiliriz. Kurallar içinde ve insanlık dairesinde kalarak, hakkaniyetle, hukukla ve akılla çözebiliriz. Bütün bunlar için ise öncelikle sabırlı ve soğukkanlı olmak gerekiyor.
Göçmenleri Özdağ’ın söylediklerini merkeze alarak konuşursak bizi bekleyen tehlike belli; ‘Konuyu çözülemez, çünkü gerçek anlamda konuşulamaz bir sorun alanı olarak içinden çıkılamaz hale getirmek’
Ümit Özdağ’ın peşine takılırsak varacağımız yer tam da burası.
YORUMLAR