Bu söz eski ABD Başkanı Obama’ya ait. Yardımcısı Joe Biden’ın patavatsızlıklarının önüne geçemeyince, gaflarını sergilemesi için ona bir alan açmış, onu da böyle ifade etmiş.
Aslında Amerikalıların onun gaflarını dert ettikleri yok. Onlar da başkanları gibi etiketleyip geçiyorlar. Çünkü Trump’a göre o ‘Uyuşuk Joe’ ya da ‘Bunak Joe’.
En yeni unvanını da Koronavirüs günlerinde almış. Evinden dışarıya çıkamadığı için ‘saklanan Biden’ anlamında ‘Hidin’ Biden.
36 yıllık kesintisiz Delaware Senatörlüğü var Joe Biden’ın. ABD tarihinin altıncı en genç senatörü. İki dönem başkanlık yapan Obama’nın Başkan Yardımcısı. Kısacası; 1973’den bu yana üst düzey politik bir aktör ve halen aktif.
O gaf üstüne gaf yapsa da, sevimsiz el temaslarında bulunsa da inişe geçmeyen pişkin bir politikacı.
2003 yılında Irak Savaşı'nı desteklemiş. Daha sonra bu konuda hata yaptığını söylemiş.
Kendisini ‘Yahudi olmayan bir Siyonist' olarak tanımlasa da, İsrail’in ilhak ettiği topraklarda yerleşme fikrinden vazgeçmesi gerektiğini ifade edebiliyor.
Obama’nın Başkan Yardımcılığını yaptığı 8 yıl boyunca ‘Türkiye’yi güçsüzleştirme ve yalnızlaştırma’ adına ne yapıldıysa içinde Biden var.
Kürtlere sempatisini bilmeyen yok. Mesut Barzani’ye şöyle söylediği rivayet ediliyor: “İkimizin de ömrü bağımsız bir Kürt devletini görmeye yetecektir.”
FETÖ’ye desteğini ise söylemeye gerek yok. 15 Temmuz’da, Beyaz Saray’daki Acil Operasyon Merkezi’nde toplanarak “bekleyelim, görelim...” tutumu geliştiren ekibin başıydı. Gece yarısı “iki tarafa da insan haklarına ve demokrasiye saygı” çağrısında bulunmuştu. Yani o kadar tarafsız!
Darbe savuşturulduktan bir ay sonra ise ‘özür’ kabilinden Türkiye’ye bir ziyaret yapmıştı. Ve o sıcak günlerde dahi Türkiye, karşılama protokolünü en alt seviyeye indirerek tepkisini göstermeyi ihmal etmemişti.
Şaşırtıcı hiçbir yanı yok. O bir ABD klasiği. Dalgaların üstünde durabilmek için sürekli yer değiştiren bir reelpolitik uzmanı. Boşboğaz bir emperyalist.
Üzerine konuştuğumuz küstah sözlerini de Newyork Times gibi tescilli Türkiye düşmanı, hatta Türk politikacılarla polemik yapacak kadar haddini aşan bir yayın organında söylemiş. O cümleleri kurarken konjonktüre uygun basit bir motivasyonunun olduğu açık. Gazeteyi yanına çekerek, birkaç olumlu yazı koparmaya ve önünü açmaya çalışıyor.
Sözlerine o tarihte Türkiye’den tepki gösterilmemiş. Belki de o sıradaki konumunun görece önemsiz olmasının sözünün atlanmasında bir etkisi olmuştur.
Sözleri bir öğrencinin dikkati ve ısrarlı takibi sonucunda gündeme geldi. Doğal olarak tepkiyle karşılandı. Hak ettiği cevaplar verildi. Eski yıllardaki gibi muhalefet ayak sürümedi. Türkiye’nin bir sözle birbirine düşmeyeceği, ilkesiz politika yapılmadığı tüm dünyaya gösterildi. Herkes “sen kim oluyorsun!” duruşunda birleşti.
Yollarımız sonrasında ayrıştı.
Neden sekiz ay sonra gündeme geldi? Tartışma bu sorunun etrafında devam ederken şüphe zemini üzerine katlar çıkılıyor. Özeti iki cümle:
“Oyların konsolide edilmesine ihtiyaç duyulduğu bugünlerde aranan ‘dış mihrak’ bulundu. Seçmeni bu baskının karşısında birleşmeye çağıracaklar”.
Bu cümlenin üzerine konulduğu kaideyi de biliyoruz. “Kesin erken seçime, hatta baskın seçime hazırlanıyorlar.”
Bizde şöyle bir yanlış adet var. Seçim sonrasında seçmenin sağduyusuna hayran kalınırken, seçimden uzaklaşıldığında seçmeni ‘yanılabilir/yanıltılabilir’ konumlandırmakta bir sakınca görülmüyor.
Üstelik şu da sorulabilir: Bu duygu kabarmasının doğal etkisinin sonuçlara yansıyacağı bir yakın zaman dilimi içinde seçim yapılmazsa, bu teori nereye konulacak?
İktidar sadece ‘dış mihrak’ üzerinden seçim kazanma hesabı yapıyorsa, bu hesap seçmenden döner. Muhalefet, şimdiden seçimi kaybetmenin mazeretine işaret ediyorsa seçmen bunu da kayıtlarına geçirmiştir.
Bir de şu var: Biz Biden’ı konuşmaya devam ederek, onun seçilmesine küçük de olsa bir ‘dış mihrak’ katkısı sağlıyor olabilir miyiz? Olamaz mıyız?
YORUMLAR