Nilüfer Göle, -kendi deyimiyle- ‘Cumhuriyetin tam merkezinde doğmuş, ‘seküler bir habitüs’te büyümüş’ bir sosyolog. Askeri müdahalenin yaydığı korkuyu, henüz 7 yaşında iken 27 Mayıs İhtilali ile hissetmiş.
Demokrat Partili babası hapiste olan sıra arkadaşının hayatının altüst oluşuna şahit olmuş. Sonraki yıllarda da yaşanana “ilerici ihtilal” diyenleri bir türlü anlayamamış, demokrat ve sivil kalmış, kalabilmiş bir aydın.
2000 yılında yayınladığı ‘Modern Mahrem’ kitabını çok konuşmuş, çok tartışmıştık. Nilüfer hoca kitabında bir teklifte bulunuyor, “kamusal alanda görünürlüğü artan başörtüsüne bir de şu açıdan bakamaz mıyız?” diye soruyor ve ekliyordu; “bu kadınlar başörtüsü takarak modern hayata katılmaya çalışıyor olamazlar mı?”
Bu sorular merkezin angaje aydınlarını rahatsız etmişti. Onlar, gelişmelerin rejime bir saldırı olduğundan emindiler. Her nasılsa yapılmış tanımlamalar sorgulanmamalı, herkes yerinde kalmalı, düzen bozulmamalıydı.
Bir aydından aykırı ses çıkmasına da çok sinirlenmişlerdi. Aydınların seçeceği taraf belliydi. Seçmeli ve ön safta mücadele etmeliydiler.
Diyeceklerini diyorlar, diyecekleri bitse de gürültü çıkarmayı başarıyorlardı. Nilüfer Göle bu gürültücü koronun uzağına gitti. Gitse de peşini bırakmadılar. O dönemde yurt dışında olsa da, referandumda ‘yetmez ama evet’ diyen gruba dahil etmekte sakınca görmediler. Oraya yakıştırdılar, ‘yurtta olsaydı onların içinde olurdu’ mantığını işlettiler ve adını suçlu(!) aydınlar listesine yazdılar.
Nilüfer Göle Ne Dedi?
Nilüfer Göle yurt dışında akademik çalışmalarına devam ediyor, dünyayı gözlemliyor, gördüklerini anlamaya çabalıyor. Arada bir Türkiye’ye dönük konuştuğu da oluyor.
Geçtiğimiz günlerde, t24’ten Cansu Çamlıbel’in sorularını yanıtladı.
Dedi ki;
- “Aydınlar kanun koyucu ya da farklılıkları yorumlayan kültürel tercümanlardır. Ben ikincisini tercih ediyorum.”
Dedi ki;
- “Kemalizmi, otoriter modernleşme adına, Türkiye'nin demokratikleşme potansiyelini mühürleyen, donduran bir sapma olarak görebiliriz.”
Dedi ki;
- “Yüzleşmelerin laikliği, Cumhuriyet değerlerini ve demokratikleşmeyi sadece güçlendireceğini düşünüyordum. Hâlâ da böyle düşünüyorum.”
Dedi ki;
- “Güzeli, iyiyi, doğruyu yaratmadan -ki bunun ana damarı özgürlüktür- medeniyet yaratamazsınız.”
Röportajın Yankısı
Bu röportaj birçok kişiyi fena halde rahatsız etti. Cumhuriyet gazetesi yazarı Zülal Kalkandelen de onlardan biri. Kalkandelen 3 Kasım Cuma günü ‘Liberal’ pişkinlik bu işte!’ başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Yazısının daha ilk cümlesinde bütün diyeceğini diyordu: “AKP’ye yıllarca destek veren ‘liberaller’, bugünlerde Cumhuriyetin 100. kuruluş yıldönümü dolayısıyla yine bulanık akıllarından çıkan isabetsiz yorumlarıyla medyada yer alıyor.”
Aklı bulanık, yorumları isabetsiz, üstelik AK Parti’ye yıllarca destek vermiş! Üstelik önceki röportajlarından birinde “burkanın karanlığının rahatsız ediciliğini seviyorum” bile demiş. Kalkandelen cümlenin tamamını alıntılamamış. Göle cümlenin devamında “düşündürücülüğünü seviyorum” da diyor. Öğrenecekleri adına öğrendiklerine meydan okuyan fazlasıyla cesur bir çıkış.
Zülal Kalkandelen tüm zamanların hakikatini ele geçirmiş biri olarak dikiliyor, insanı düşünmeye kışkırtan bu ifadenin karşısında. Oysa O, burka görse gözlerini kapatacak, “o gidince haber verin” diyecek. Öyle ya, bakmaya devam etse, burka yanlısı görünme olasılığı var.
Kalkandelengiller
Başörtüsü özgürlüğüne destek vermişseniz, burka üzerine bir an durup düşündüyseniz birilerinin gözünde, ölünceye kadar suçlu kalırsınız. Hele bir de ‘okumuş’ biriyseniz, üstelik ‘islamcı’ olmadan, sadece demokratlık adına bunları söylediyseniz, işlediğiniz günah daha da büyüktür.
Anlaşılan o ki; Kalkandelengiller başörtüsünü hâlâ memleketin en birinci sorunu olarak kodluyor, kadınların kamusal alanda başörtüsü takmasını engelleyerek, memlekete demokrasi getireceklerini zannediyorlar. Kendilerini Kemalizm’in yankı odasına kapatanların, yıllar yılı aynı ezberi tekrar ede ede ulaştıkları sekterlik, işte tam da bu olsa gerek!
YORUMLAR