İstanbul’un fethinden sonra camiye çevrilmesiyle Ayasofya, çok yüksek bir sembolik değer kazandı.
Müzeye dönüştürülmesine kadar geçen sürede o değeri hep korudu.
1934’deki dönüşümün sembolik anlamı da büyüktür. 2020’de Lozan’ın yıldönümünde tekrar camii statüsü kazandırılması da her yönüyle çok önemlidir.
Ayasofya Camiine Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinin İslam Hukuku kürsüsünden Prof. Dr. Mehmet Boynukalın baş imam olarak atandı.
Boynukalın cumhuriyet döneminde Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerif’in ‘ilk baş imamı’ olarak şimdiden tarihe geçti.
Kendisinin bu görevlendirmeyi ‘Meşihat Makamı’na yani Şeyhülislamlığa getirilmek olarak görüp görmediğini tam bilemiyoruz.
Ancak duygularının, aklının ve dilinin biraz karıştığını, o sınırlarda dolaşmasından ve o kapıları yoklamasından anlayabildik.
Ayasofya’nın kürsüsü Boynukalın hocaya yetmedi.
Cami içindeki görevleriyle yetinmedi.
Twitter’ı mecra olarak seçti ve dışarıya açıldı. Attığı tivitlerle birbirinden farklı pek çok tartışmaya dahil oldu.
İstanbul Sözleşmesi’nden tutun da Merkez Bankası'na, oradan faize, laikliğe, yeni anayasa tartışmalarına varıncaya kadar pek çok konuda söz söyledi.
Dili sertti, kesindi ve keskindi.
Özetlersek;
“Ailenin reisi erkektir” dedi.
“Kısasta hayat vardır” dedi.
“Anayasadan laiklik çıkarılsın” dedi. “Faiz sıfırlanmalıdır” dedi.
Sonradan “bendeniz bu görevdeyken bildiğim kadarıyla ve dilimin döndüğünce İslam’ı anlatmaya çalıştım” diyecekti.
Hocanın gündemi parselleyen ve unvanı öne çıkarılarak tartışılan profili kamuoyunda bir tedirginlik hissettirdi.
Bu his giderek arttı.
Siyasetçiler de rahatsızlıklarını dile getirdiler.
Son olarak AK Parti’nin iki grup başkan vekili “herkes kendi işine baksın” diyerek sert çıktılar.
Aslında bu aşamada hoca için bardak dolmuştu. Ancak bir süre daha durum idare edildi.
Emekli amiraller gece yarısı bildirilerini “Ayasofya imamı konuşuyor da biz neden konuşamıyoruz?” diyerek hoca üzerinden savunmaya çalıştılar.
Boynukalın kendi yazdıklarıyla dahil olmadığı bir tartışmaya da böylece girmiş oldu.
Sonunda hoca görevi bıraktı.
Görevden alındı ya da affını istedi. Orası belli değil.
Kaldı ki çok da önemli değil. Kim nasıl anlamak isterse öyle anlasın.
Boynukalın imamlık görevinden akademiye döndü ancak mecrasını değiştirmedi. Akademinin kürsüsü de artık ona yetmiyor.
Yine her konuda tivitler atıyor.
Arada bir derslerinin linklerini verse de o alemde asıl marifetin, söz konusu gündemlik tivitlerle olduğunun farkında.
Üstelik artık sayıları 200 bini geçen ve göreceli olarak hatırı sayılır kabul edilen bir kitlesi var. Ve 7 ay içinde ortaya koyduğu performansıyla takipçilerinin ondan beklentileri bulunuyor. Bu baskının hocayı etkilediğini tahmin etmek zor olmasa gerek.
Hocanın tivitleriyle açtığı tartışmaların alanına girmek istemem. Ancak şekilden gibi gözükse de bir itirazım var.
Sadece twitter’ın darlığından, karakter sayısının sınırlılığından da söz etmiyorum. Daha temelli bir itiraz.
Twitter dediğimiz mecra, bu geniş ve çetin konuların konuşulacağı, tartışılacağı yer değil. Hiç değil.
Haddimi zorlayarak, hocanın Kur’andan çıkardığı hükümleri peş peşe sıralamasının, ‘emri bil maruf, nehyi anil münker’ görevini ifa etmek sayılmayacağını da söyleyebilirim.
Hocaya düşen, bu hükümlerin ‘asrın idrakine’ nasıl söyletileceğine dair zor soruların peşinden gitmesi.
Araştırmalarıyla, analizleriyle, makaleleriyle o cevapların bulunmasına katkı sunması. Birikimini buna yönlendirmesi.
O yeter ki yazsın; yazdıklarını kesip biçerek, ‘motto’ haline getirerek twitter’a taşıyacak birileri nasıl olsa bulunur.
Twitter hızın esas alındığı, farklı dinamiklerin belirleyici olduğu başka bir dünya.
Hocaya basit bir sorum var:
Takipçilerinizin sizden beklentisi, sizin kendinizden beklentinizle örtüşüyor mu? Sayılara aldanmayın da bir bakın isterim.
“Twitter sadece bir araçtır, çağımızın bir imkanıdır, onu şer için kullananlar var, ben hayır için kullanıyorum” diyorsanız, bu kadar yokuş aşağı bir mantık işletiyorsanız, diyecek bir şeyim olmaz, susarım.
YORUMLAR