30 Mayıs 2020 - 12:52 - Güncelleme: 30 Mayıs 2020 - 13:01
Son günlerde ABD’den hep ‘acizlik’ fotoğrafları geliyordu.
Koronavirüsün tüm dünyada yüksek seyrettiği dönemlerdeki ‘salgına yetişememe hali’ ABD’de daha da yukarılara taşındı. Bu görüntüler, ‘ABD’ye yakışmıyor’ başlıklarıyla servis edildi. Ülke büyüktü, etkilenmesi de büyük olmuştu. Sistemin şiddetle paraya, üretimin ve tüketimin hızlı döngüsüne ayarlı olduğu en çıplak gerçek olarak ortaya çıkmıştı. Öyleyse sorgulama da büyük olacaktı. ABD, halen savrulmalarıyla gündemde. Trump, Dünya Sağlık Örgütü ile ilişkilerini kestiklerini açıkladı. Bu karar DSÖ, dolayısıyla dünya için mi büyük sorun, yoksa ABD için mi? Önümüzdeki günlerde konuşulacak. Ancak ABD’ye ‘dokunan’ bir yanının olacağı kesin. Geçtiğimiz pazartesi akşamı ise Minneapolis’te 46 yaşındaki George Floyd polis tarafından öldürüldü. Polis Floyd’u bölgede sahte banknot kullanmaya çalışan birine benzetmişti. Gözaltı işlemleri sırasında polis memuru dizini yerde yatan Floyd’un boynuna dayadı, uyarılara rağmen 10 dakika boyunca çekmedi ve ölümüne sebep oldu. Floyd’un son sözleri tüm dünyada yankılandı: “Nefes alamıyorum. Lütfen!” Olayı FBI soruşturmaya başladı. Asıl fail ve nöbet arkadaşları olan polisler görevden uzaklaştırıldılar. Ancak savcılar, polise yönelik hangi suçla soruşturma açacaklarına karar veremiyorlardı. Bu belirsizlik başta siyahlar olmak üzere Minneapolis halkını çileden çıkardı. Sokaklar hareketlendi. Trump her zamanki Trump’dı. Yerel yöneticilerle atışmayı işinin bir parçası sayıyordu. En çok kullandığı mecra yine twitter’dı. Geleneksel basının adil olmadığından yakınıyor, oradan kaçıp sosyal medyaya sığınıyordu. Ancak bu olay üzerine attığı tivitler ‘doğrulatma’ parantezine alınınca, twitter ile de kavgaya tutuştu. Ve özgürlükler ülkesinde hiç duyulmayan türden bir söz söyledi: “Elimde olsa twitter’i kapatırım!”
Ve bir başka son dakika gelişmesi yaşandı: Minneapolis’te bir göstericinin gözaltına alınmasını haberleştiren televizyon muhabiri canlı yayında kelepçelendi. Trump başkanken ve üstelik kafası 6 ay sonraki seçime ayarlı çalışıyorken, ABD’nin kısa vadede durulacağı yok. Ancak son olay insanlık açısından feci durum. ABD’de polis hemen her olayda orantısız güç kullanıyor. Hatta en küçük olumsuzluk belirtisinde silahını ateşlemekten çekinmiyor. Bugüne kadar yaraladıkları, öldürdükleri açıkça kayıt altına alınan polislerin bile ciddi cezalar almadıkları da biliniyor. ABD’de siyahların ‘potansiyel suçlu’ olarak tanımlanması da yeni değil. Öldürmeye varan polis şiddetinden beyazlara oranla daha fazla etkilendiklerini söylemeye bile gerek yok. Onların ardından Hispanikler geliyor.
Bugünlerde bir slogan olarak yayılan “nefes alamıyorum” sözünü de ilk duyuyor değiliz. Yıl 2014’dü ve olay New York’ta geçiyordu. Adı Eric Garner’dı. O da siyahtı ve astım hastasıydı. 43 yaşındaydı, altı çocuk babasıydı. Bugünküne benzer bir acımasızlıkla öldürülmüştü. Polis kaçak sigara sattığını iddia ediyordu. Çok sayıda polis tarafından yere yatırılmıştı ve kelepçe takılmaya çalışılıyordu. Son sözlerinin bir bölümü şöyleydi: “Beni her gördüğünde, benimle uğraşmak istiyorsun. Bıktım artık… Neden yaparsın ki? Buradaki herkes benim bir şey yapmadığıma şahit… Ne zaman beni görsen, beni rahatsız etmek istiyorsun. Ben kendi işime bakıyorum, memur bey. Lütfen beni rahat bırakın. Nefes alamıyorum…” Devamı hep aynı şekilde geliyor, nefesi kesilinceye kadar aynı şeyi söylüyordu: “Nefes alamıyorum. Nefes alamıyorum. Nefes alamıyorum…"
Bugünlerde aslında dünyanın her yerinden aynı seslenişler geliyor. Çünkü Koronavirüs en çok ve özellikle akciğerlere saldırıyor ve nefes almayı olumsuz etkiliyor. Giderek zorlaştırıyor, daha da zorlaştırıyor ve nefessiz bırakıyor. Virüs dünyanın dört bir yanında insanlığın boğazını sıkarken, ABD’de bir polisin, elleri arkadan kelepçeli, yani hareket etme imkanı olmayan birinin boğazından dizini çekmemesi…! -Yazarken bile nefesi kesiliyor insanın!- Evet anlamaya çalışmak bir yana, hangi kelimelerle ve nasıl konuşulabilir ki?
YORUMLAR