Salgın başlayalı gündelik siyasetin gündemde görünmesi adeta yasaktı. Yasağın ötesinde ayıplanma riski taşıyordu. Siyaset, normalleşme sürecinin bir aşamasından sonra “nerde kalmıştık?” diyebildi.
‘Bir bardak suda fırtına’ ya da ‘her ihtimale aynı mesafede durmanın, ortaya karışık konuşmanın cazibesi’ ya da ‘sorumluluk almadan esme, gürleme’ ya da ‘eski defterlerden medet umma…! Hangisini tercih ederseniz edin, siyasette değişen bir şey yok.
Siyaset uzun süre kapalı kalmanın ardından sokağa çıkanların tedirginliğini, acemiliğini, mafsallarının uyuşması halini de yaşamadı. Birkaç gün içinde tozu dumana kattı.
MHP ikinci adamıyla üç hilalin tek başına iktidarından söz edince her taraftan rüzgarlar esmeye başladı. “Soralım bakalım Bahçeli’ye ‘tek başına iktidar’ı nasıl tarif ediyor?” demek kimsenin aklına gelmedi. Aklına gelenler de sustular. Sorsalardı ne olurdu?
Siyaset dilini bir üst boyuta taşıyan Bahçeli, Cervantes okuyanları bile şaşırtacak, Donkişot’lu, Sancho Panzo’lu konuşmasını biraz daha açabilirdi. Kimse sormadı.
Dolayısıyla Bahçeli de bu fırsatı yakalayamadı.
CHP’liler ezberleri üzerinden topa girdiler. Sözlerinden darbe imasının çıkmasının bütün suçunu başkalarına yüklemeye çalıştılar. Oysa dolandıkları yerler, ana muhalefetten beklenenlerin uzağındaki, yapıcı muhalefetin alt katındaki, çalışılmış bir yol güzergahının dışındaki tehlikeli bölgelerdi. Söz sırası onlara geldiğinde kayda değer bir şeyler söylememiş oldular. Ortamı germekten başka bir sonuç elde edemediler.
İyi Parti HDP’ye laf atarak, şimdiden koordinatlarını ve kitlesini sağlama almaya çalıştığını gösterdi. Kimlik fotoğrafını ve durduğu yeri netleştirmekle meşgul oldu.
Akşener ayrıca ‘memleket masası’ teklifinde bulundu. Ancak memleket kadar geniş, sağlam ayaklarıyla meşru zeminlere oturan ve memleket hassasiyetiyle etrafında buluşulacak bir büyük masanın nasıl kurulacağını açıklayamadı.
Söylerken güzeldi, anlatırken iç açıcıydı, ancak sözler tamamlandığında resim de ortadan kayboluyordu. Öncesinde yapılması gerekenler yapılmayınca, aşılması gereken süreçler aşılmayınca bu türden parlak teklifler fazlasıyla teorik kalıyordu. Daha önceki örneklerinde de görülmüştü.
Vatan Partisi adına Perinçek ‘üretim hükümeti’ talebinde bulundu. Yüksek danışmanlık(!) görevi ve sorumluluğu üzerindeyken ve zor süreçlerden geçiyorken ondan bir projenin gelmesi normaldi. Görevini yapmıştı. Derse devamı ve katılımı iyi, ödevlerini yapması üst düzeydeydi.
HDP sistemi yoklama havasında olduğunu gösterdi. İyi Parti üzerinden gündeme uzandı.
Zihninin arkasındaki soru şuydu: “Mesela İyi Parti bana ne demeye, beni nereye konumlamaya hazırlanıyor?” Bir polemik başlatmış oldu. Masa tenisi oynar gibi, top bir o sahaya, bir bu sahaya gidip geldi. Seyredenlerin boyunları ağrıdı. Rakipler birbirlerinin oyunlarını ezberledikleri için ‘sayı’ alabilen olmadı.
Gelecek Partisi’nin gündemden ‘erken seçim teyakkuzu’ çıkardığı görüldü. Yakından bakıldığında gündemden çıkarmışlığı yoktu, daha çok gündeme dahil etmeye çalışıyordu.
Belli ki seçim tartısına hiç çıkmamış olmanın heyecanını yaşıyorlar. Belki de kendilerini bekleyen asıl sınav bu. Heyecanlarını kontrol etmek ve en geniş meydana çıkmak için doğru zamanlamayı yakalayabilmek!
DEVA Partisi de ‘gözlemci’ olmaktan çıkıp, siyasette gerçek bir ‘oyuncu’ olmaya çalışmanın sancılarını yaşadığını açık etti.
AK Parti bütün bu gürültülü gündemle, bu toz duman siyasetiyle hiç ilgilenmedi. Oysa bütün partilerin ve siyaset erbabının dile getirdiklerinin kendileri ile bir bağlantısının olduğu açıktı. Hele konudan konuya atlanarak seçimin gündeme getirilmesine dönüp bakmadı bile. Söylenenlere karşılık verse de kriz senaryolarına hiç dikkat kesilmedi.
Bu aşamada zaten kimse iktidar sorumluluğunun taşınmaz hale geldiğini söyleyemiyor.
Pandemi sürecinin hükümeti fazladan zorladığını iddia eden de yok.
Kısacası; “nerde kalmıştık?” sorunun şaşırtıcı bir cevabı yok. Nerde bırakmışsak oradan
başladı siyaset.
YORUMLAR