Belediye başkanı seçildiğinde “bana bir dönem yeter” diyordu. “Yapmak istediklerimi yapacağım, projelerimi gerçekleştirip, koltuğumu bir sonraki arkadaşıma gönül rahatlığıyla devredeceğim” diyordu.
İşe hızlı başladı. Allah için hakkını yememek gerek, bazı şeyleri yaptı. Yapmadı dersek yalan olur. Ama dönem bitti, başkanın yapacakları bitmedi. İş üstüne, iş çıkardı, “bir dönem daha” dedi.
İnsanlar da, “peki öyle olsun. Zaten senden sonra gelecek olanın, senden iyi olacağı belli değil, en iyisi sen devam et, yarım kalan projeleri bitir” dedi.
Aslında cin fikirli başkana, koltuk tatlı gelmişti. Bu yüzden de projeleri başlatmış, biraz devam ettirmiş ama bitirmemişti. Bitirse yapacak iş kalmayacak, yeniden aday olmak için bahanesi olmayacaktı.
Neyse bir dönem de yarım kalanları tamamlamakla geçti. Geçti ama bu defa da başkanın koltuk sevdası depreşti.
İlk seçildiği günkü adamın yerinde yeller esiyordu. Sanki başkan doğmuş, başkan ölecek havalarına girmişti. Ortada seçim meçim yokken o konuşmalarının arasına sıkıştırıp “vatandaşım ne kadar isterse, o kadar görev yaparım. Ben görevden kaçmam” diyordu. Sanki kendisine “kaçıyorsun” diyen vardı.
Daha sonraları araya espriler katarak “ölene kadar başkanım” demeye başladı. Yani anlayacağınız bir kez daha seçilmenin yollarını arıyordu. Bu arada etrafını genişletmiş, mahiyetini artırmış, eş, dost, hısım akrabayı da belediyeye doldurmuştu. Bunlara ses çıkaran ya da itiraz edecek olanların ağzına da bir parmak bal çalıyor, yoluna devam ediyordu.
Artık yapacak iş de, proje de kalmamıştı. Aslında şehrin ihtiyacı çoktu, insanların talepleri vardı ama başkan artık çalışmadan da koltukta oturmanın yollarını öğrenmişti.
Her şey rutine binmişti, sistem kurulmuş, köşe başları tutulmuştu. Sanki doğduğundan beri orada oturan kendisiydi. Sanki kendisinden başka belediye başkanlığı yapacak kimse yoktu.
Aslında bunun nedenlerinden biri, başkanı dolduruşa getiren menfaat takımıydı. Başkan giderse kendilerinin de gideceğini bildiklerinden “aman ağam, aman paşam, senden iyisi yok, senden beceriklisi gelmez, sen bize lazımsın” diye diye adamı öyle bir havaya sokmuşlardı ki, Başkan konuşmaya bile tenezzül etmiyor, toplantılarda, açılışlarda vatandaşla gırgır yapıyor, dalgasını geçiyordu.
Bir kez daha seçildi. Aynı yoldan yürüdü. Ne çalıştı, ne iş yaptı. Sonra kendisini oraya getirenleri de beğenmez oldu. Hepsine tepeden baktı, adam yerine koymadı. Yanlışını eleştirenlere de kızdı, öfkelendi, bir daha yanına yaklaştırmadı. Başkanın ayakları yerden kesilmişti bir kere. Uçuyordu.
Bir sonraki seçimin bu havayla kaybedileceğini anlayan partililer “biz bu adama üçüncü şansı vermeyecektik” demeye ve bunu da yüksek sesle dillendirmeye başladı.
Adamları vasıtasıyla aleyhte yapılan toplantıları, konuşmaları duyan başkan daha da çok kızdı. İpler gerildi, aralar açıldı ve sonunda koptu.
Bir seçim daha kapıya geldi. Başkan ne etti, nasıl etti bilinmez ama yine aday olmayı başardı. Kendisinden çok, onu aşılmaz bir çember içine alan ve adeta gerçek dünyayla bağlarını koparan menfaat grubu seviniyordu.
O gün geldi, oylar kullanıldı ve başkan açılan sandıklarda kaldı. Kanatları kırılmış, tepesi üstü çakılmıştı.
Onu ilk suçlayan da en yakını bildiği “hadi başkan, yürü başkan, kim tutar seni, senden iyisi gelmez” diyerek goy goy yapan adamlarından biriydi.
“Biz, sana demiştik, böyle olacağı belliydi” deyip, arkasını dönüp, gitti. Elini bile sıkmadı Başkanın.
Başkan yapayalnızdı..
Not: Öykü, hayatın gerçeklerinden esinlenerek yazılmış olup, kişilerle bir ilgisi bulunmamaktadır.
YORUMLAR