Telefonda konuştuğum bir profesör ağabeyim, “o kadar çok öğrenci yetiştirdim ki, işi biten gitti. Ne arayıp, ne de soran var. Vefasız çıktılar. Ama sen öyle değilsin” dedi.
Sosyal medyada içini döken değerli bir arkadaşım, “o kadar insana yardım eli uzattım ki, kim için neler yapmadım..” diye dert yanmış. Yaptığı iyiliklerin vefasızlık olarak dönmesinden üzüntü duyduğunu belirtmiş.
Ağabeyimle konuştum, “ah gardaşım ah. Bilseydim böyle olduklarını, bunlara bir kaşık su vermezdim” dedi. Yüreği yanmıştı, nankörlükten..
Oğluma sordum “nankörlük nedir?” diye.
Güldü. “Bunu en iyi sen bilirsin baba” dedi. Bu sefer de ben güldüm.
Bu davranış şekli, kalıtsal mı, sonradan öğrenmeyle mi, yoksa taklit edilerek mi kazanılıyor bilmiyorum ama nankör insanları günahım kadar sevmiyorum.
Belki geç oldu ama artık her kim olursa olsun, insanların yalnızca bana değil, çevresindeki başka kişilere olan davranışlarını da gözleyip, ona göre değer veriyorum.
Nankör, vefasız biri olduğuna kanaat getirdiğim kişilere evimin de, gönlümün de kapısını sonuna kadar kapatıyorum.
Çünkü böyle yapmadığım takdirde o kişilere ne kadar arka çıkarsam çıkayım, ne kadar yardım eli uzatırsam uzatayım, göreceğim karşılığın aynı olacağını biliyorum; nankörlük.
Menfaatçi, çıkarcı, kendinden başkasını düşünmeyen bencil insanlarla ne bir yola çıkılır, ne arkadaşlık edilir, ne de aynı ortam paylaşılır. Çünkü nalıncı keseri gibi her şeyi kendine yontacağı için moral bozar, insanın enerjisini emer.
Bu nedenle başta akrabalarım olmak üzere, bu güne kadar kim hayatıma girmişse, kiminle arkadaşlık, dostluk ediyorsam ve kimlerle tanışıp, görüşüyorsam öncelikle, “bencil mi, nankör mü, vefasız mı?”, ona bakıyor, bu yönünü keşfetmeye çalışıyorum.
Tabii bu yuvarlak! dünya üzerinde geçirdiğimiz yıllar, yediğimiz kazıklar, edindiğimiz hayat tecrübesi de karşımızdakinin sözünden, gözünden ne mal olduğunu anlamamıza fazlasıyla yetiyor da artıyor bile.
Kısacası bu nankör dünyanın, nankör insanlarını mümkün olduğunca özel yaşamıma sokmamaya çalışıyorum. Bunda da kararlıyım.
Çünkü alacağını alıp, sonra da ardına bakmadan giden, yüzünün astarı soyulmuş kişilerin suratlarını görmek bile midemi bulandırıyor.
Bu tipler böyle olduklarını kendileri de bildikleri için, kapalı kapıları şuursuzca çalmaya, kırık kalplere destursuz girmeye, yine almak istediklerini alıp, arkalarına bakmadan tüymeye çalışıyor olsalar da kendi adıma söylüyorum benim tüm kapılarım bunlara kapalı.
Hasbelkader giren olursa da, o kapıdan nasıl çıkıp, ardına bakmadan nasıl kaçacağını kendi düşünsün artık.
***
BU NASIL HAYVAN SEVGİSİ?
Yaz geldi, herkes sahillere akın etti ya, bazı yazlıkçılarda yine evcil köpek besleme isteği depreşti.
Deniz kenarında belediye tarafından halka hizmet olsun diye yaptırılan yürüyüş yolunda volta atanların birçoğunun elinde ya da kucağında çeşit çeşit köpekler. Kimi arka ayağının üzerine kalkınca adam boyu, kimi de kediden daha küçük. Bazısı insanın gözüne sevimli sevimli bakıyor, alıp koynuna koyasın geliyor, bazıları da babasını öldürene bakar gibi, gözlerinde şimşek çakıyor.
Bir kenarda da sokak köpekleri, kediler var. Birileri önlerine bir şeyler koyarsa yiyor, sonra miskin miskin uyuyorlar ya da öyle yapıyorlar. Zaten hava sıcak. Özellikle kediler dört ayağını havaya dikip yatıyor.
Sonra bir bakıyoruz birden bire canhıraş bağırtılar. Yürüyenlerin her biri bir tarafa kaçışıyor. Köpek hırlamaları birbirine karışıyor. Sokak köpekleri gruplaşıp, güç birliği yaparak, aniden ortaya çıkan çirkin bakışlı, koca kafalı, kazma gibi dişlerini göstererek, her an birinin üzerine atılmaya hazır bekleyen tasmalı bir köpeği korkutmaya çalışıyor.
Tasmalı köpek, sahibinin bir ucunu bileğine doladığı ipten kurtulup, kendine hırlayan sokak köpeği ya da ev köpeğini hacamat etmeye çalışıyor.
Tüyleri taralı, puf puf olmuş mini mini köpeklerin sahipleri, hayvanlarını hemen kucağına alıp, yavrusunu korur gibi hemen oradan uzaklaştırmaya çalışıyor.
Etrafına düşman gözlerle bakan, cins köpeğin sahibi ise sinsi sinsi gülerek, etrafa korku salmış olmanın gururuyla köpeğinin ipini daha sıkı tutuyormuş gibi davranıyor. Köpek onu sürüklüyor, o köpeğini çekiştiriyor.
Bu manzarayla hemen hemen her yürüyüş sırasında karşılaşıyorum. Ve ne yalan söyleyeyim köpekten de sahibinden de tırsıyorum. Çünkü köpeğe bir şey desem sahibi kızacak, sahibine laf söylesem köpek bana dalacak.
Yani ortada insan ve evcil hayvan güvenliğini tehlikeye sokan düşüncesiz bir durum var. Aslında bildiğim kadarıyla bu tür tehlikeli cins köpeklerin beslenmesi, alınıp satılması, sokaklarda maskesiz dolaştırılması yasaklanmıştı. Şimdi çıkarılacak olan yeni kanunla bir kez daha yasaklanacağı söyleniyor.
Ancak sorun köpekte değil ki, sorun köpeğe bakış açısındaki yanlışlıkta. Köpek yerine göre bir dost, bir arkadaş, yerine göre bekçi, yerine göre kurtarıcı ve koruyucu olabilir. Ama bunun yeri iyi seçilmeli. Onun da bir canlı olduğu, onun da hakları olduğu bilinip, ona göre hareket edilmelidir.
Kediyi, köpeği süs eşyası gibi görmek ya da etrafa hava atmak için yanında taşımak doğru bir davranış değil. Ve sık sık rahatsız edici ve tehlikeli durumların oluşmasına da neden oluyor.
Bunu anlamayanları etmeli tekdir, tekdirden anlamayanın hakkı da o hayvanı, onun elinden almaktır. Hak ettiği ceza da neyse sahibine vermektir.
Kimsenin ne hayvanı ne de başkalarını rahatsız etmeye hakkı yoktur.
YORUMLAR